tag:blogger.com,1999:blog-28495691238897269612024-02-13T12:50:02.476-08:00Zelal Özgür DurmusZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.comBlogger41125tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-12385077573089135992024-01-20T12:22:00.000-08:002024-02-13T12:49:30.080-08:00Müfredatlarda evrim öğretiminin yeri araştırması<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">Türkçe özet infografik</div> <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj6S2fW0wmr3NU-88vrwi51J8JituZkDiTKLj0uzjHC8Dr9m3NXwl3sfhJxYaBU_TqDG-CDrsa2WnFw2KcewQc8s9riVNP1F7hzSQFwFmYUchdOH3csQbtTEV8h7NBAOL8hfuMl-owR-MimxlOqWcijTJUMxhHX8M_oF_ciInX2xt_fiF7jnIpm6bPFlA8y/s2000/TR.png" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1414" data-original-width="2000" height="372" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj6S2fW0wmr3NU-88vrwi51J8JituZkDiTKLj0uzjHC8Dr9m3NXwl3sfhJxYaBU_TqDG-CDrsa2WnFw2KcewQc8s9riVNP1F7hzSQFwFmYUchdOH3csQbtTEV8h7NBAOL8hfuMl-owR-MimxlOqWcijTJUMxhHX8M_oF_ciInX2xt_fiF7jnIpm6bPFlA8y/w526-h372/TR.png" width="526" /></a></div><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">Infographic summing up evolution education in curricula</div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiMMjrU-r-q_C9W7w1KCDJvnHhyOktBOdHvlP73wTicYpABonVzDGgIXrfGW1YLAYBS5CTeegfyVMlV38ijhBzsftGrDYQT851XeFosY_tF5N9bdWyhFpvixVuO8uqYvK7MlMCIFZHe-9Dhg6GqY7PH6c-zx1fJ50YuzkKpEVOFpi3kllYO2N5G65r3tEiC/s2000/EN.png" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1414" data-original-width="2000" height="375" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiMMjrU-r-q_C9W7w1KCDJvnHhyOktBOdHvlP73wTicYpABonVzDGgIXrfGW1YLAYBS5CTeegfyVMlV38ijhBzsftGrDYQT851XeFosY_tF5N9bdWyhFpvixVuO8uqYvK7MlMCIFZHe-9Dhg6GqY7PH6c-zx1fJ50YuzkKpEVOFpi3kllYO2N5G65r3tEiC/w530-h375/EN.png" width="530" /></a></div><br /><div><br /></div><div>Makale / Article: <a href="https://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/09500693.2023.2293090" target="_blank">Evolution in European and Israeli school curricula – a comparative analysis</a></div>ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-21878442828951461632023-06-16T23:07:00.001-07:002023-06-16T23:09:14.483-07:00Emeğe şükran duası<p> </p><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjY1TKhdNFWK0R3RInaE8yjEPBdScufwKJFrZPuwB79QUx2px0o5UUBtCGa9oQoFcg_AZ0w49C-7IU3ZXyWAsFfOcEse1s68LFQek_LE_XvKhO9iOsiTRdIpgHe1UsbD6KY24z8_qXt5374pHz-fq_Xe3RLAHK0nnjMsxkJYKbAPuJlkJu8NiG-6IPWlg/s1000/kazimir-malevich-bicak-bileyicisi.jpg" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="996" data-original-width="1000" height="399" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjY1TKhdNFWK0R3RInaE8yjEPBdScufwKJFrZPuwB79QUx2px0o5UUBtCGa9oQoFcg_AZ0w49C-7IU3ZXyWAsFfOcEse1s68LFQek_LE_XvKhO9iOsiTRdIpgHe1UsbD6KY24z8_qXt5374pHz-fq_Xe3RLAHK0nnjMsxkJYKbAPuJlkJu8NiG-6IPWlg/w400-h399/kazimir-malevich-bicak-bileyicisi.jpg" width="400" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">Kazimir Maleviç - Bıçak bileyici</td></tr></tbody></table><br /><p></p><p style="text-align: center;"><span style="font-size: medium;">Bize yediğimiz ekmeği üreten,</span></p><p style="text-align: center;"><span style="font-size: medium;">Arpadan içtiğimiz birayı mayalandıran, </span></p><p style="text-align: center;"><span style="font-size: medium;">Bunu eken biçen,</span></p><p style="text-align: center;"><span style="font-size: medium;">Ekini kolay toplamak için alet tasarlayan, </span></p><p style="text-align: center;"><span style="font-size: medium;">Hasatı kilometrelerce mesafe boyunca taşıyan,</span></p><p style="text-align: center;"><span style="font-size: medium;">Bu kolektif hareketin farkına varan</span></p><p style="text-align: center;"><span style="font-size: medium;">Emekçilere</span></p><p style="text-align: center;"><span style="font-size: medium;">Ve bunun evrildiği evrene saygıyla...</span></p>ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-33661172465524195612023-06-04T10:20:00.017-07:002023-06-10T00:19:23.326-07:00İnsan bencil mi -> Bir yılın ardından<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgZRwKagMqhbtZdGYKD3isiYZCxxvhZxJJWWwhkVck1bSyzVecutAipYEcM_cMm8KSSN8nMR5yJ90chp4-irXbM43MTlyNc0hCjrrH6AzXRrifx6jh7Wg4VEuT8l7pOA3rEUxHeC3v5zbpaCjMWFw71bXwPD0_CJEIvZ2vqJk2njzw3b2YWUHrLWpnSPw/s711/handprint2.png" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="187" data-original-width="711" height="151" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgZRwKagMqhbtZdGYKD3isiYZCxxvhZxJJWWwhkVck1bSyzVecutAipYEcM_cMm8KSSN8nMR5yJ90chp4-irXbM43MTlyNc0hCjrrH6AzXRrifx6jh7Wg4VEuT8l7pOA3rEUxHeC3v5zbpaCjMWFw71bXwPD0_CJEIvZ2vqJk2njzw3b2YWUHrLWpnSPw/w577-h151/handprint2.png" width="577" /></a></div><br /><div class="separator" style="clear: both; text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Biyolojik sınırlarıyla hafızam, hıza boğulmuş gezegende yeterli olmadığı için ben de elektronik alet kullanarak kendimi yeni güne hazırlayanlardanım. Gördüklerimi, bildiklerimin detaylarını, bazen gereksiz verileri elektronik kodlara dönüştürüyorum; aklımın çağrıştırdıklarını arama motoruyla gözümün önündeki ekrana getiriveriyorum. 2000lerin başında, daha ilk gençlik yıllarımda dergiler, kitaplar, ansiklopediler aracılığıyla o zaman da hafızam beyin küresinin dışına taşıyordu. Bu düzeyden geri dönüş yok artık... </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div><div style="text-align: justify;">Gecemizi aydınlatan, evrendeki her türlü hareketimizi devleştiren elektrikli dünyanın diğer foksiyonlarını küçümsemiyorum; aslında, insanın alet yapma becerisine hayranlık duymamak elde değil. Kendi tanrısallığımıza, yine insan olarak bizlerin huşulu bir saygı duyması diyelim. Dahilere, mucitlere, yeteneklilere hayranlık değil de insanlığın bütününe, kolektivitesine kadeh kaldırmayı tercih ederim. Çünkü her insanın potansiyeli oldukça iyi işler üretebilir, vasatlığa mahkum eden çağdan kurtulursak eğer. Sessiz kalabalıkların bilinçli çoğunluk olduğu gün, işte o gün bizi kimse tutamaz...</div><div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Hafızaya dönersek, zihinsel becerimizle yaşadıklarımızı işleyerek kişi oluşumuzun sağlamaya çalışıyoruz. İlişkiler ağının içinde türümüzün bir bireyi olmaya çalışıyoruz. Toplumsallığın içindeki tekillikler olabiliyoruz, ama hala özgünlükler olmaktan uzak olduğumuz bir evre. Üstelik elektronik işlem becerisiyle zihinsel kapasitemiz de kişiye ait bir boyutta olmaktan uzak. Karmaşık matematiksel işlemler, çok geniş veriler arası gezinmeler, gözlerimizle göremediğimiz boyutlardan görüntü getirmek mümkün. Hafıza ve zihin iç içe kelimeler, belki de aynı şeyin farklı vehçeleri denebilir. Biri içeriye dair daha fazla iş üstlenirken diğeri daha dışarıya dönük etkileşimlerin uzantısı ve biyolojik yapımızdan fazlasına tekabül ediyorlar her zaman. İkisi de zamansal akışla biçimlenirken bilincimiz sahneye giriyor. </div><div><br /></div><div style="text-align: justify;">Bilinç, biyolojik uyanıştan, kendi benliğimizi fark etmekten daha fazlasına işaret eden bir oluş hali. Var oluşumuzun milyonlarca, milyarlarca olası kombinasyon içinde rasgeleliklerle olma durmuna bir direnç. Kendi tarihselliğimizin öyküsünü inşa etme becerimiz, sadece bize, sadece bireye ait olmayan büyük bir dönüşümün ürünü. Toplumun ve yarattığı tarihin ürünü bilincimiz, irademiz oluş içindeki hayatımıza yön verebilmemizi sağlayan şey. Var oluş, yaşamın zenginliğini renkli haplar içinden zevke göre seçerek şekillendirdiğimiz bir benlikten öte, bilinçli olarak genel deseni belirledikten sonra içini gerekli araçlarla oya gibi işleyebildiğimiz bir örgü ya da böyle olmalı.</div><div><br /></div><div><div style="text-align: justify;">Kendi biyolojik köklerimizi aşan, bireyselliğimizin, yaşadığımız toplumsallıkla ilişkisini anlayan bir bilinçlenme bahsettiğim. Toplumsallığımızı anlamak, onda var olan köklerimize bakarak mümkün. İnsanlığın tarihi, o tarihin içinde oluşan kendimizi görmemizi sağlıyor. Zorunlu zaman ve mekan içinde yaşadığımız tarihselliğin bilinci, kavradığımız sınırlarımız ve bu sınırları irademizle değiştirme çabası özgürlüğümüzü getiriyor. Bireyin oluş sınırları yine kendi toplumsallığının oluş sınırlarıyla iç içe, dönüştürmeden dönüşmek mümkün olmuyor...</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Buradaki niyet yeni bir kişilik teorisi geliştirmek değil, şimdiye kadarki açıklama çabalarının ve keşfedilen özeliklerimizin aslında ne kadar birbirinin içine girdiğini düşündürmek. Mistik bir özümüz olduğu düşüncesini aşan biyolojik köklerimizi vurgulamak, evrilen canlılığın bir parçası olarak oradan taşıdıklarımızı masaya koymak önemliydi. Şimdiki evre bu kökleri hatırda tutarak biyolojimizi aşan yönlerimizi kavramak, kendi başına var olamayacak kolektif hafızamızı ve eylemliliğimizi takdir etmek, hakkını vermek. Şimdi olduğumuz insanı yapan veya istediğimiz insanı yapamamıza engel olan şeyin insanlığın tarihinde saklı olduğunu görmek. Bunu öğrenmekle, yanlış bilinç halinin farkına varmakla başlıyor yeni yolculuğumuz.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Var olduğumuz toplumsallığı biyolojik yapımızla çiğniyor muyuz? İnsanın biyolojisi nedir? Doğamız bencillik üzerine mi, özgecilik üzerine mi kurulu? Yoksa nötr mü? En genel haliyle insan "kültüründen" bağımsız mı? Tarihsel maddecilik indirgemeci bir metod mu? Yansıttığımız davranış biçimleri ne ölçüde biricik, yoksa birbirimize benziyor muyuz? Neden?</div><div><br /></div><div>Nevzat'ın kitabı, işte, bu arayış pratiğinin bir ürünü.</div><div><br /></div><div>...</div><div><br /></div><div style="text-align: justify;">Neden bu yazı bir yıl sonra? Yanıtı kendi kişisel hafızam. Evrim, zihnimin fiziksel olarak ayrı ama içsel bir parçası olmuştu. Bazen ayrılmak gerekir o parçadan. Bu yıl hayat eşim Evrim'in, yoldaş Nevzat'a dönüşmesi süreciydi. Birleşen zihinlerden ve bir olan hafızadan kopuşun sanıcısı, başka bir oluşa geçiş için gereken bağımsızlığın edinilmesi idi. </div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">İyi bir ilişki diyologlar bütünüdür, evrilen dilin değerini bilmektir. Karşılıklı konuşmalarda, satırların yarısını silmeye çabalamak anılara ihanettir. Kendini deli yerine koymak, boşluğa konuşmuş olmaktır. Birlikte oluştuğumuzu bilmek, insanlığı birbirinde somutlamak büyük bir deneyimdi. Birlikte inşa ettiğimiz yılların tartışmaları, öyküleri, insanlığın bütünüyle kurulan ortak duygulanımlar, arzular işte bu kitapta Evrim'in kaleminden aktı.</div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div style="text-align: justify;">Değişebilmek için değiştirmek isteğimiz öykümüz bir eşiğe vardı. Bir tamamlanma hali, dairenin kapanması değil de bir üst düzleme ulaşma momenti. Bugün başladığımız yerde değiliz. Büyüdük, olgunlaştık, insanlığın kolektif mücadelesine, tarihe katkı koyarak yürüdük, birlikte öğrendik. Öğrenmeye devam ediyoruz, artık ayrı etkileşimlerle. Ama türdeşlerimizin içinde...</div></div><div style="text-align: justify;"><br /></div><div><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgagHoi1sLw-6okUtQatn3S1lpd64x6N-LfRlosycJEhKVkdp4jnhHaczK7kWkGhdnEZZcJd6T7RuNNqMX7qLrNBg8urnGCK--u0uQdwH9bQRusSYZDPqeekzWr3ya1Zb7_CJestRLOEG0Zl83I2fMMVdft9m3dH1vZoTruFAcgUPWboUhLbFW7Ed9F8w/s600/%C4%B0B.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="600" data-original-width="372" height="268" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgagHoi1sLw-6okUtQatn3S1lpd64x6N-LfRlosycJEhKVkdp4jnhHaczK7kWkGhdnEZZcJd6T7RuNNqMX7qLrNBg8urnGCK--u0uQdwH9bQRusSYZDPqeekzWr3ya1Zb7_CJestRLOEG0Zl83I2fMMVdft9m3dH1vZoTruFAcgUPWboUhLbFW7Ed9F8w/w166-h268/%C4%B0B.jpg" width="166" /></a></div><br /><div><br /></div><div><br /></div></div></div>ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-47023738636328452082023-02-05T17:30:00.000-08:002023-02-18T03:49:59.897-08:00100. yıl böyle bitmeyecek...<b>6 Şubat 2023</b>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGYSlJUIeBOMtgvKxzRZFRuBh0T9veA7PNlmmZpQSMVQuULTO3ERd4briHeBRWu4F0kBLLdIuNHom26WqKuyEfP6Ou51DQi69d9FtmDu1Moqb_xl04GGDBs-Re_Dgk_jBuKYCJH8ckZhSjVAE_KKqJRraf28DV9GzWYP-9eHejnT0cQWtMX9PjPCRjjg/s1600/Sennur%20Sezer.jpg" style="display: block; padding: 1em 0; text-align: center; "><img alt="" border="0" data-original-height="618" data-original-width="494" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGYSlJUIeBOMtgvKxzRZFRuBh0T9veA7PNlmmZpQSMVQuULTO3ERd4briHeBRWu4F0kBLLdIuNHom26WqKuyEfP6Ou51DQi69d9FtmDu1Moqb_xl04GGDBs-Re_Dgk_jBuKYCJH8ckZhSjVAE_KKqJRraf28DV9GzWYP-9eHejnT0cQWtMX9PjPCRjjg/s1600/Sennur%20Sezer.jpg"/></a></div>ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-81163536275942499352022-07-01T02:16:00.000-07:002022-08-20T02:31:05.583-07:00Yıldız Tozundan Dinozorlara, Dinozorlardan İnsana, İnsandan Yeniden Yıldızlara<p> <table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgkCoVAjNSIvy0Je_Vp_3iOW-5QeY2qhDuODN49s1_4qZ0gUSW-2B3cev80vus13jp7oIjnFvJmuNkSrKyIejGL-OmI-aSMJhVdJP1sQrCJqBisc_g2OVKlJ4PycUtRPAMWLKs65nABglfLIBul2rqPjFI4MG2CqvvUqrRokSXvFVF8gP7kCTgN7hR0zw/s1024/Tuncay%20Samanyolu.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="683" data-original-width="1024" height="266" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgkCoVAjNSIvy0Je_Vp_3iOW-5QeY2qhDuODN49s1_4qZ0gUSW-2B3cev80vus13jp7oIjnFvJmuNkSrKyIejGL-OmI-aSMJhVdJP1sQrCJqBisc_g2OVKlJ4PycUtRPAMWLKs65nABglfLIBul2rqPjFI4MG2CqvvUqrRokSXvFVF8gP7kCTgN7hR0zw/w400-h266/Tuncay%20Samanyolu.jpg" title="@Tuncay" width="400" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;">@Tuncay</td></tr></tbody></table><br /><span style="background-color: white; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px;">Evreni, maddeyi, canlılığı ve insanı birbirini doğuran bir tarihsel akış içinde anlatan “Başlangıçta hidrojen vardı,” “Bilinç gökten düşmedi” ve “Biz bu evrenin çocukları” bilim serisi başucu kitapları arasında sayılabilir. Nörobilim alanında profesör, aynı zamanda güçlü bir popüler bilim anlatıcısı olan Hoimar von Ditfurth’un (1921-1989) kaleme aldığı kitaplar kapsamlı bir doğa tarihi anlatısı sunmaktadır. Ditfurth, 1970’li yılarda başlamış olduğu ve daha sonra gözden geçirilmiş yeni baskıları yapılan seriye zamanla yeni kitaplar eklemiş. Türkçeye ilk çevirisi “Dinozorların Sessiz Gecesi” ismiyle derleme şeklinde 1990’lı yıllarda Veysel Atayman (1941-2016) tarafından kazandırılmış. Kitapların tam çevrisi ise 2000’li yıllarda yine Atayman tarafından tamamlanmış ve son haliyle basılmıştır.</span></p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px !important; word-break: break-word;">Kitaplar, yayımlandığı tarihin güncel bilgilerini kapsamlı şekilde içermekte ama dar bir bilimsel bilgi aktarımın ötesine de geçmektedir. Ditfurth, bilimi bir seri bilgiler kümesi olarak gören, saf bilgiye indirgeyen yaklaşımdan uzak durmaktadır; tersine hedefinin bilimsel bilgiyi bütünlüklü bir ilişkiler ağı içerisine yerleştirmek, sorgulayıcı bir perspektif kazandırmak olduğunu da ifade etmektedir. Okuyucuyla birlikte soruların peşinden giden, yanıtların kendisini didikleyen bir tarzla yazmıştır.</p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px !important; word-break: break-word;">Bilimsel bilgi edinmeyi dünyayı anlamaya, kavramaya dair bir perspektif edinmek olarak kodlar Ditfurth. Bunu inşa edebilmek için genel olarak tarih üstü anlatıyla, insan merkezci (antropomorfizm) bakışla, sayısallaştırılmış ve yinelenebilir verilerin yalnızca bilim olarak algılanmasıyla mücadele eder. Bu yaklaşımlardan farklı olarak tarih bilimini, insanın öznesi olduğu tarihin gerisine, evrenin tarihine doğru uzatır ve insanın tarihini de bunun içine yerleştirir. Doğayı, insanın kültürel alışkanlıkları ile yorumlayan bakışı kırmaya çalışır, insanı yaratma hedefiyle ilerleyen “evrimci” safsatayla uğraşır. En nihayet, bir kere gerçekleşmiş olayların bilimsel olarak nasıl çözümlenebileceği üzerine eğilir ve kanıtlara dayalı olasılıklar zincirini oluşturmayı dener.</p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px !important; word-break: break-word;"><span style="box-sizing: border-box; font-weight: bolder;">Doğanın Devinimini Anlamak</span></p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px !important; word-break: break-word;">Seri, bir tırtılın öyküsü ile başlar. Başkalaşım geçireceği kozayı örerken koruyucu bir yaprağa sarınır, hatta tek bir yaprak değil, başka yaprakları da işe katarak av olma ihtimalini azaltır ve etkileyici bir kelebeğe dönüşüp kozadan sağ salim çıkar. Bu stratejinin ne kadar akıllıca olduğunu herkes kabul edecektir. Peki, yaratıcı akıl insana özgü değil miydi? Ya da son hedefi başlangıçta bilmeyen doğa bu aklı nasıl geliştirmiş olabilir? Serinin daha ilk girişinde aklın ne olduğu ya da akıl olarak kodladığımız özelliklerin ne kadar insana özgü olduğu sorgulanır.</p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px !important; word-break: break-word;">Ditfurth, aklı maddeden ayrıştırmaya karşıdır. Evreni anlama kapasitesi evrilmiş insanı parçalara bölen, doğadan ayıran düalizmin, birbirine değmeyen ayrı dünyaları kabul ettiği ve ayrı ayrı araştırma, sorgulama yolları geliştirdiğini belirtir; bunun bilimsel yöntemi yarı yolda terk etmek anlamına geldiğini vurgular. Benzer bir yönelime pozitivist bilim anlayışının da sahip olduğunu söyleyebiliriz. Özneden özneye değişmeyecek bilgi arayışında nesne ile bilgisi arasındaki bağı koparan bir noktaya ulaşırlar. Nesne, insanı “cevabın doğru” diye onaylayamayacak ise doğruluk kararı sadece zihinde verilebilir bir olgu haline gelir; böylece doğru, gerçekliğe denk düşen bir şey olmaktan azade olur. Oysa varlık ile bilgisini (ontoloji ile epistemolojiyi) ayıran düşünsel geleneğe karşı bütünleştiren bir pozisyon tam da bu ikisinin ortak kökleri olması sebebiyledir. Bu nedenle Ditfurth, tin bilimleri (zihin bilimleri) ve doğa bilimlerinin birleşimini savunur, tek bir sürecin farklı dönemeçleri olduğunu örnekleriyle açıklar.</p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px !important; word-break: break-word;">Dolayısıyla seri herhangi bir sorudan bilimsel olmadığı gerekçesiyle, pozitivistlerin kaçındığı gibi, kaçmaya gerek duymaz. Henüz neredeyse bir mucize gibi görünen soruları sormaya devam eder: Başlangıçta ne vardır? İnsanın başlangıcında ne vardı? Daha öncesinde hayvanların, bitkilerin, tüm canlıların başlangıcı neydi? Gezegenin, Güneşin, evrenin başlangıcı nasıldı? Her seferinde daha önceye giden soruları cevaplayabilmek, bilimsel bir perspektif geliştirmek mümkündür. Gezegenimiz tüm Güneş Sistemi ile birlikte oluşmuştu. Güneş Sistemi ise önceki bir yıldızın çöküşü ve buradaki yıldız tozlarının farklı bileşikler üretmesi sayesinde ortaya çıkmıştı. Yıldızların oluşumu gibi, evrenin başlangıcı için de benzer bir ilişki ağı düşünülebilir. İçinde yaşadığımız evren daha önceki bir evrenin çöküşü ve yenisinin doğuşuyla başlamış olabilir. Yani evren zaman ve uzam açısından sonsuz olmayabilir, ama devinimin sonsuz olması şu anki düşünce ve bilgilerimizle en muhtemel durumdur.</p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px !important; word-break: break-word;">Sonsuz başlangıçlar ve sonsuz bitişler. Ditfurth, bu hareketli hali bugünkü düşünme alışkanlıklarımız nedeniyle anlayamıyor olabiliriz, der. Tıpkı aynı zihinsel potansiyele sahip olduğumuz, ancak, mikroskobik parçacıkları düşünmeye alışık olmayan eksi çağ insanının, bir canlının hücrelerden oluşması durumunu anlayamayacağı gibi.</p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px !important; word-break: break-word;"><span style="box-sizing: border-box; font-weight: bolder;">Öykümüz</span></p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px !important; word-break: break-word;">Birinci kitapta evrenin 14 milyar yıllık öyküsü eldeki verilere, heyecan verici gözlemlere dayanarak anlatılıyor. Enerjinin ve maddenin dönüşümü, evrenin ilkin koşullarında bir proton ve bir elektrondan oluşan hidrojen atomlarının birleşerek diğer atomlara dönüşümünün tarihi ile başlıyor. Gezegenimiz Dünya’nın, Güneş Sisteminin ilk oluşumundan sonraki evrimi, ateş topu hali, katı katmanların oluşumu, suyun birikimi ve ayrışması, oksijensiz atmosfer ve zamanla ozon tabakasının oluşumu, kayaların dönüşümü ve kıtaların magma üzerindeki hareketi, tüm bu koşulların yarattığı olanaklarla canlılığın oluşabilmesinin bilimsel öyküsünü dinliyoruz. </p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px !important; word-break: break-word;">Cansız moleküllerden canlı moleküllere geçiş arasında aşılması imkânsız uçurumlar ya da bir Çin Seddi’nin neden bulunmadığını anlamaya başlıyoruz. Evrende gördüğümüz tüm kimyasal moleküllerle aynı yapıda olan, aynı fiziksel ve kimyasal özellikleri gösteren canlılığı yakından tanıyoruz. Canlı hayatı başlatan molekülleri, onların daha bütünleşik bir yapıya doğru dönüşümüyle hücreyi oluşturmasını, sonrasında daha karmaşık yapılara doğru evrilen ve devasa bir çeşitlenme gösteren yaşam ağacının detaylarını öğreniyoruz. Yaratıcı potansiyelin nasıl somut hale gelebildiğini görüyoruz: Bir önceki adımdan türeyen yeni koşullar, bunların doğurduğu daha da yeni durumlar, yeni koşulların eski koşulları değişmeye zorlaması. Geçmiş şimdiyle, şimdi gelecekle bağlantılı. Mevcut bağlantılar ise hem zorunlu hem olasılıksal bir tarihi akışın ürünleri olarak karşımıza çıkıyor.</p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px !important; word-break: break-word;">Suda başlayan hücresel yaşam, farklı hücre çeşitlerinin oluşması, oksijenli solunum yapan hücrenin evrilmesi, yaşamın sudan karaya doğru çıkması, dinozorlar devri ve bu devrin kapanması, kuşların ve memelilerin çeşitlenmesi, tüm gezegene yayılması ve insanın memeliler içinden evrilen bir kol olması gibi yaşamın tarihinde merak uyandıran kimi süreçler açıklanıyor. Her biri tarihsel olasılıkların hareketiyle gerçekleşen somut durumlar. Yaşam, olası koşullar içinde bir kere oluştuğu biçimle bir daha oluşamaz belki, ama bu perspektifte yaşamın tek biçimde oluşma zorunluluğu da yoktur. Örneğin Dünya’nın erken dönem koşullarında birçok çeşitte “başlangıçlar” oluşmuşken bunlardan sadece birisinin soyunun bugün yeryüzündeki canlı türlerini vermiş olduğunu düşünebiliriz. Biçimlerden herhangi birinin olasılığı çok düşük olabilir ama bir kere gerçekleşen bir biçimdeki yaşam kendi yolunu yürüyecektir. Bu yaşamı farklı biçimlerde ortaya çıkaracak potansiyel, evrenin şu ana kadar oluşan, gelişen kısmına bakıldığında gayet mevcuttur; evrendeki moleküllerin doğurgan olduğu anlaşılmaktadır.</p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px !important; word-break: break-word;">İkinci kitap baştan sona bilinç üzerine eğiliyor. Bilinç de birdenbire ortaya çıkmıyor, diğer biyolojik özellikler gibi evriliyor. Son durumda sinir sisteminin evrimiyle ilişkili gelişiyor, ama aynı zamanda çevreyle etkileşimi sağlayan diğer biyolojik özelliklerle de bazen ortak, bazen paralel ilerleyen geçmişi paylaşıyor. Üçüncü kitap ise mikrokozmos ile makrokozmos arasındaki ağın nasıl örüldüğüne odaklanıyor.</p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px !important; word-break: break-word;">Bu çok kapsamlı çalışmaya dair her şeyi söylemek elbette mümkün değil. Ancak okurken dikkat edilmesi gereken son bir noktayı vurgulayabiliriz. Canlıların evrimi, tarihsel akış içinde karmaşıklığın artışını takip eden yol olarak ele alındığında belli bir karmaşık yapıya doğru, amaçlı bir ilerleyiş olarak algılanabiliyor. Aslında doğal evrimsel kuvvetlerin, eski bir benzetme ile “kör saatçi” olduğunu aklıda tutmak lazım. Seride ister yaşamın ortaya çıkışını ister bilincin evrimini veyahut görece daha sade bir özellik düşünelim, bu noktaları “hedef”ler olarak düşünmek sorunlu olacaktır. Bir olguyu ele alırken, geriye dönüp ara basamakları inşa ederken belli bir aşamaya gelmiş, olmuş olan olayların bütünselliğine bakıldığı için belli bir kurgusal sapma oluşuyor. Doğal olarak sondan başa gidiş erekselci (amaçlı) bir biçimin varlığını hissettiriyor. Düşünsel olarak bu perspektiften uzak durulsa da bilim dilini farklılaştırmanın kolay olmadığı kesin. Bir ölçüde tatsızlık yaratıyor, ne yazık ki.</p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px !important; word-break: break-word;">Bitirirken…</p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px !important; word-break: break-word;">İnsan, maddenin ve canlı evriminin ürünü, evrenin doğurduğu çocuklardır. Zamanın ve uzamın büyüklüğü içinde kaybolmadan, birbirimize tutunarak var olabiliriz. Hatta mevcut olan atmosferden daha fazlasını yaratabilecek potansiyele sahibiz. Sadece insan bilincinin yaşadığı sıçramanın soyumuza çok daha büyük sorumluluklar yüklediğini fark etmemiz gerekiyor.</p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px !important; word-break: break-word;"><span style="box-sizing: border-box; font-weight: bolder;">Künye:</span></p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px !important; word-break: break-word;">Ditfurth, Hoimar (2007); Başlangıçta Hidrojen Vardı | Bilinç Gökten Düşmedi | Biz Bu Evrenin Çocukları; Çeviri: Veysel Atayman; Cumhuriyet Kitapları, İstanbul.</p>ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-50517331032185903132021-12-19T13:10:00.000-08:002022-01-09T13:36:55.423-08:00Mantıksal Pozitivizm ve Eleştirisi<div style="text-align: left;"><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEiFnP79eaeiZVnGqTvYvupb5pC0xZPcdI9PkcOm5YOy-cUczo4zAGbc6_NkeLoG3qwPwao9jikFKe5K7jere6mtpwAK2jx5UmbfGTz-ITNqC5cQHdV_q1KmH0BtydtDDd3lI0ysnoRK7LxzLEI3PQrN5qDrRMMP5jihLI6WzNRh8cysoCv4rA5fG27viw=s680" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="389" data-original-width="680" height="229" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEiFnP79eaeiZVnGqTvYvupb5pC0xZPcdI9PkcOm5YOy-cUczo4zAGbc6_NkeLoG3qwPwao9jikFKe5K7jere6mtpwAK2jx5UmbfGTz-ITNqC5cQHdV_q1KmH0BtydtDDd3lI0ysnoRK7LxzLEI3PQrN5qDrRMMP5jihLI6WzNRh8cysoCv4rA5fG27viw=w400-h229" width="400" /></a></div><br /><span style="background-color: white; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px;"><br /></span></div><div style="text-align: left;"><span style="background-color: white; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px;"><br /></span></div><div style="text-align: left;"><span style="background-color: white; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px;">Bir bildirge ile 1929 yılında kendi “bilimsel dünya algılayışı”nı ilan eden Viyana Çevresi, daha ileri bir tarihte mantıksal pozitivist ismini benimsemiştir. Bilgi üretiminin hızla arttığı bir dönemde hangi bilginin meşru olduğu, hangi bilgiye güvenip tercih edileceği üzerine tartışırlar. Bilimsel bilginin deneyimlerle duyumsanan ve mantıksal bir biçim verilmiş yapıya sahip olması gerektiğini savunurlar. </span></div><div style="text-align: left;"><span style="background-color: white; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px;"><br /></span></div><div style="text-align: left;"><span style="background-color: white; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px;">Olgusal bir içeriğe sahip olmayan fizik ötesi anlamında metafizik “bilgi”nin bilgi dağarcığından çıkarılması gerekliliği üzerinde dururlar; inançların ve fikirlerin, öznellikten arınmış “saf” bilgiden ayrıştırılmasının metodolojik olarak mümkün olduğunu düşünürler. Bu noktada bilgi üretildiği özne ve nesneden koparılarak yaratıcı aklın becerisine teslim edilir. Dolayısıyla yanlış veya doğru bilgi, duyumsanan bir olguya denk düşen ve fakat biçimsel mantığın kurallarına göre karar verilen bir niteliğe bürünür. </span></div><div style="text-align: left;"><span style="background-color: white; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px;"><br /></span></div><div style="text-align: left;"><span style="background-color: white; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px;">Diyalektik perspektif ise bilgi üretiminin yalnızca zihinde olup biten bir süreç olmadığının ifade eder. Olgu aslında sürüp giden oluş halinin belli bir momentidir ve özne nesne arası etkileşimle ortaya çıkmaktadır, bilgi de bu eylem sürecinde üretilmektedir. Biyolojik evrim ve kültürel tarih içinde oluşan insanın eylemi de doğa ve toplum nesnelliği içinde şekillenir. Dolayısıyla ne bilgi ne fikirler ne de doğru ve yanlış yalıtık bir zihinde inşa edilmez. </span></div><div style="text-align: left;"><span style="background-color: white; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px;"><br /></span></div><div style="text-align: left;"><span style="background-color: white; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px;">Bu yazı, öznellikten kaçmak yerine daha etkin bir özne olmayı arama çabasına çubuğu bükmektedir. Gerçeğe ve gerçeği değiştirebilme gücüne sahip çıkıyor, materyalist gerçeğin diyalektik değişimle inşa olduğunu savunuyoruz.</span></div><span class="anahtarkelimelergrup" style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; display: block; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 2rem; padding-top: 1rem;"><br style="box-sizing: border-box;" /><span class="anahtarkelimelerbaslik" style="box-sizing: border-box; font-weight: bold;">Anahtar kelimeler:</span> <span class="anahtarkelimeler" style="box-sizing: border-box; margin-top: 2rem; padding-top: 1rem;">Duyumsama, olgu, gerçeklik, tarihsellik, mantıksal pozitivizm</span></span><span class="anahtarkelimelergrup" style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; display: block; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 2rem; padding-top: 1rem;"><span class="anahtarkelimeler" style="box-sizing: border-box; margin-top: 2rem; padding-top: 1rem;"><a href="https://bilimveaydinlanma.org/mantiksal-pozitivizm-ve-elestirisi/" target="_blank">Madde, Diyalektik ve Toplum'daki makale için tıklayınız...</a></span></span>ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-32660784531307200462021-06-06T00:04:00.002-07:002022-01-09T13:49:31.693-08:00Kibrit kutusu<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEitKdrhxUYbvYb4c6X8xcUgA3dbfz2Txt_rdGEJGgX7p6GefxheZkSwFyx2Pl8WvIXUyb5Y-BW7rV5AGDnMUCVdqKRw3N7a8OGyuVZr6dLsrzJUGS6mg2qDsD1oSYfDqPB2_AG4xZEtl3B8UPu-TGhwYmWf54nswVMx7Mtng2I6g4I_Q68SVk-V1lLS9g=s562" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="419" data-original-width="562" height="239" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEitKdrhxUYbvYb4c6X8xcUgA3dbfz2Txt_rdGEJGgX7p6GefxheZkSwFyx2Pl8WvIXUyb5Y-BW7rV5AGDnMUCVdqKRw3N7a8OGyuVZr6dLsrzJUGS6mg2qDsD1oSYfDqPB2_AG4xZEtl3B8UPu-TGhwYmWf54nswVMx7Mtng2I6g4I_Q68SVk-V1lLS9g=w320-h239" width="320" /></a></div><span style="font-size: large;">Yazma eyleminin pratiğe ihtiyacı vardır. Düşünceleri soyutlamak ve odaklayabilmek için arayışa zaman vermek, denemeler yapmak gerekir. Örneğin bir nesneyi veya çağrıştırdığı durumu en yalın biçimde anlatma alıştırmaları vardır. En bilinen örnek "kibrit kutusunu yedi cümlede anlatma" alıştırmasıdır. Ben bu alıştırmayı Soma Katliamından sonra duyduğum için ondan bağımsız düşünemez oldum ve şunu yazdım....</span><p></p><p> </p><blockquote style="border: none; margin: 0px 0px 0px 40px; padding: 0px;"><p style="text-align: left;"><span style="font-size: medium;">Kibrit çöpleri ışıksız bir kuyucukta yan yana dizilmişlerdi. Hepsinin ortak fıtratı günü gelince yanmaktı. Yanarak sahibini ısıtacaktı. Yok, dedi biri. Ona hak verenler oldu. Kükürdünü, kömürünü silkeledi kılçıklı olanlar. Yeni bir öykü başlayacaktı.</span></p></blockquote><p><span style="font-size: medium;"> </span></p><p><span style="font-size: medium;">Sizin kibrit kutunuz neye benziyor? </span></p>ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-73909318150004141642020-07-05T09:49:00.009-07:002022-01-10T08:59:33.432-08:00Işığın peşinde bir kadın: Marie Sklodowska – Curie<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><br /></div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEilatG6G1txFJSBgSs99N6DxFat4fMCl4mErm56LXnr48mlCXJlUTkyq0tZRpecopCbFelJHP__jGjrj5sj-Aib3Z4I6yfcC5jM3Mnjq956FIUr0Q_VJje6MjjJO7s2pkGZijAZnqSXCfX1/" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img alt="" data-original-height="468" data-original-width="832" height="225" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEilatG6G1txFJSBgSs99N6DxFat4fMCl4mErm56LXnr48mlCXJlUTkyq0tZRpecopCbFelJHP__jGjrj5sj-Aib3Z4I6yfcC5jM3Mnjq956FIUr0Q_VJje6MjjJO7s2pkGZijAZnqSXCfX1/w400-h225/image.png" width="400" /></a></div><br /><br /><p></p><p style="text-align: justify;"><span face="Lato, sans-serif" style="background-color: white; color: #212529; font-size: 16px;">Marie Sklodowska – Curie Çarlık Rusyası’nın sömürgesi haline gelmiş Polonya’da 7 Kasım 1867 ayaklanmalarının içine doğar. Aydın fikirlere sahip iki öğretmenin beş çocuğundan en küçüğüdür. Bu dönemde ayaklanmalar bastırılsa da Çarlık'tan kurtuluş, bu ev dâhil gizli saklı köşelerde konuşulmaya devam edecek, çocuklar da bu ortamda büyüyecektir.</span></p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px; text-align: justify; word-break: break-word;">Marie bütün eğitimin Rusça olduğu Polonya okullarında okurken ülkesinin esaretine öfkelenir, Çar’ın hükümranlığında yaşamaya karşı olan arkadaşlarıyla öğretmenleriyle duygudaşlık geliştirir, ama bunlar onun okulunu çok başarılı olarak bitirmesine engel olmaz. Hayatına büyük etkisi olan bir diğer olay ise daha küçük yaştayken annesini kaybetmesidir. Marie zamanla insanlar ve uluslar için zalim olabilen bir tanrının varlığını sorgulamaya başlar.</p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px; text-align: justify; word-break: break-word;">Mezun olduğunda çoğu öğrenci gibi özel ders vermeye başlayan Marie, aynı zamanda gizlice kurulan “Gezici Üniversite”deki üniversite hocalarının derslerini takip eder ve bu yeraltı faaliyetlerinde başka kadınlara, gençlere ve çocuklara okuma yazma öğretmek, kitap okumak için gönüllü olur. Ülkesinin içinde bulunduğu koşullar ve halkına karşı duyduğu sorumluluk Marie’nin yurtseverlik duygularını besler.</p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px; text-align: justify; word-break: break-word;">Ancak “Gezici Üniversite” Marie için kuvvetli bir derinleşme sağlayamamaktadır. Polonya’da kadınların üniversiteye alınmaması sebebiyle Marie Paris’te okumak ister ve ablasıyla bir anlaşma yaparlar. Anlaşmaya göre ablası Bronya, Paris’te okurken Marie öğretmenlik yapacak ve ablasına maddi destek verecek sonra da Marie okumaya gidince ablası ona destek verecektir. Sonunda Marie, 24 yaşına geldiğinde Sorbonne’da okumaya başlayabilir.</p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px; text-align: justify; word-break: break-word;">Paris’te uzun ve yoğun bir şekilde çalıştığı yıllar sonunda Marie başarıyla üniversiteyi bitirir. Ama üniversiteden mezun olduğunda ne yapacağı belirsizdir. Polonya’ya dönüp öğretmenlik yapmayı istemektedir, fakat Fransa’da kalması bilimsel araştırmalara devam edebilmesinin tek yoludur. O sıralarda karşılaştığı Pierre Curie, sade bir yaşam süren ve bilimsel çalışma titizliği olan Marie’ye aşık olur. Marie bir süre taşıdığı hislerle yüzleşmese de sonunda bu tutkuya kendisini bırakır. En azından kızlarına böyle anlatır.</p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px; text-align: justify; word-break: break-word;">Marie ve Pierre için birlikte geçirilen yıllar boyunca yürütülen araştırmalar, akılla süzülen tartışmalar, bisiklet gezilerinde dahi eksik olmayan sohbetler sevgilerini derinleştiren bir yaşam yaratır. Ancak bu üretken, mütevazı birliktelik 1906 yılında Pierre Curie’nin şansız bir şekilde at arabasının altında kalıp ölmesiyle son bulur.</p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px; text-align: justify; word-break: break-word;"><span style="box-sizing: border-box; font-weight: bolder;"><span style="box-sizing: border-box; font-weight: bolder;">Radyoaktivitenin keşfi</span></span></p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px; text-align: justify; word-break: break-word;">1896 yılında Henri Becquerel'in uranyum tuzlarının ışımasını tespit etmesi ve ardından yayınladığı makalesi mevcut teorilerle çelişiyor görünmekteydi. Ancak bu çelişki bilimcilere incelemek için pek çekici gelmiyordu. Marie ise doktora araştırması için bu ilginç ışınımın peşinden gitmeyi seçer, anlaşılması gerektiğini düşündüğü bir doğa olayıyla çarpışma cesaretini gösterir. Yokluklar içinde ahşap bir barakaya kurulan laboratuvarda ilk önce ışıma gözlemleri tekrarlanır ve Pierre’in ilerlettiği elektrik yükü ölçüm yöntemiyle uranyumun “iyonlaşma gücü” ölçülür. Sonuçlar yeni ve detaylı soruları doğurur. Işıma yeteneği olan madde neden sadece uranyum olsun ki? Neden bu bir atomik özellik olmasın? Toryumun da ışıdığını tespit eden Marie, bu ışıma olgusu için “radyoaktivite” adını öneriyor.</p><figure class="kg-card kg-image-card" style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin: 0px 0px 1rem;"><img class="kg-image" height="302" src="https://sol.org.tr/sites/default/files/images/content/article/2020/07/03/Ekran%20Resmi%202020-07-03%2013.20.57.png" style="border-style: none; box-sizing: border-box; margin-bottom: 20px; margin-top: 20px; max-width: 100%; vertical-align: middle;" width="400" /></figure><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px; text-align: justify; word-break: break-word;">Hızlı ilerleyen süreçte Pierre’in ilgisi bütünüyle Marie’nin çalışmalarına kayar ve artık kimin, neyi, nasıl formüle ettiğinin pek ayırt edilemeyeceği keşif dönemi başlar. Araştırmalar için Bohemya Bölgesi’nde çıkarılan, uranyumu alınmış pekbilent minerali artığından bir ton kadar Paris laboratuvarına getirtilir. Bu atıkta kalan, kırıntı miktardaki ışıma yapan maddeyi ayırmak yıllar sürer. Büyük oranda Marie bir kazan başında kararlılıkla, inatla balçığın içindeki maddeyi süzmek için çaba sarf eder. Emekler boşa gitmez, polonyum ve radyum maddeleri tespit edilir, maddelerin özellikleri ortaya çıkarılır. Bu ve daha sonraki çalışmalar iki Nobel Ödülü getirmiştir (1903 Fizik ve 1911 Kimya ödülleri). Böylece Marie bir kadın olarak Nobel ödülü alan ilk bilim insanı olmasının yanı sıra iki dalda birden, biri fizik biri kimya, iki Nobel ödülü alan ilk kişi olmuştur.</p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px; text-align: justify; word-break: break-word;">Bu maddelerin etkileri henüz bilinmiyorken ilk etkileri Curie çiftinin vücutlarında görülür, ama bu radyoaktif maddelerin etkileri de onlar için bir araştırma nesnesidir. Sonuç oldukça şaşırtıcıdır; radyum maddesi tümörleri ve kanser hücrelerini yok etmektedir. Radyumun tıp alanında tedavi edici olarak kullanılabilmesi, bu elementi çok değerli bir hale getirir ve insanlar Curie çiftinin radyumu elde etme yöntemini öğrenmek için tekliflerde bulunur. Çifte, bilimsel araştırmaları için patent alarak zengin olma seçeneği sunulmuştur. Marie ise düşüncesinde nettir: “Radyumun kimseyi zengin etmemesi gerekir. O bir elementtir, herkesin malıdır.”</p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px; text-align: justify; word-break: break-word;"><span style="box-sizing: border-box; font-weight: bolder;"><span style="box-sizing: border-box; font-weight: bolder;">Toplumsal hareketin içindeki bilimciler</span></span></p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px; text-align: justify; word-break: break-word;">Pierre 1906 yılında öldükten sonra Marie yalnız kalmayacaktır. Paris Üniversite'sinde Pierre’in kürsüsü, zaten ortak çalıştığı Marie’ye verilir. Ancak bu ilk kadın profesör Fransız Bilim Akademisi için üyelik yarışına sokulduğunda bir oyla üyeliği kaybeder; karşıtları bir kadını akademi üyesi olarak düşünemediklerini beyan ederler. Bu dönemde Marie'nin yanında hem kız kardeşleri hem Pierre'in kardeşi Jacques hem de düşünce ve eylem alanında ortaklaştıkları dostları bulunmaktadır. Einstein ara ara mektuplaştığı, birlikte gezilere çıktığı, benzer sürgünlüğü paylaştığı bir arkadaşıdır. Yine bir dönem aynı laboratuvarı paylaştıkları Pierre'in parlak öğrencisi Langevin ile birbirlerine karşı, insanlığa dair aynı ülküleri taşımaktan doğan büyük bir saygı ve sevgi beslerler. Paul Langevin Komün barikatlarında büyüyen bir işçi çocuğudur ve bir meslek lisesi mezunu olarak; ancak Pierre'in sınıfına kabul edilebilmiştir.</p><table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><img class="kg-image" height="260" src="https://sol.org.tr/sites/default/files/images/content/article/2020/07/03/Ekran%20Resmi%202020-07-03%2013.21.54.png" style="border-style: none; box-sizing: border-box; margin: 20px auto; max-width: 100%; vertical-align: middle;" width="400" /></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><em style="box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; text-align: left;">Birinci Savaş sırasında Marie Curie'nin kullandığı bir röntgen arabası.</em></td></tr></tbody></table><br /><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px; text-align: justify; word-break: break-word;">Marie’nin insanların ona ihtiyacı olduğunda, asla onları yalnız bırakmayacak kişiliği, bu mücadele dolu yıllar içinde oluşmuştur. O, insanın kendi başına bir hiç olduğunu bilir ve kolektif yaşanan tarihin dışında kalmaması gerektiğini düşünür. Birinci Dünya Savaşı sırasında Marie laboratuvarını ardında bırakır; hastaneler ve gezici sağlık araçları için röntgen makinası toplamaya başlar. Aynı zamanda makinayı kullanan teknisyenleri yetiştirir; savaş hastanelerinde makine ile yaralı askerlerin röntgen çekimlerini ülkeyi karış karış gezerek yapar.</p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px; text-align: justify; word-break: break-word;">Savaş sonrası yıllarda Radyum Enstitüsü laboratuvarında kızı Irène ve diğer doktora öğrencileriyle birlikte çalışmalarına yeniden başlar. Bu sırada çeşitli üniversitelerden gelen istekler doğrultusunda bilimsel konferanslar vermek için yurtdışı gezilerine başlar, birçok ülkeyi ziyaret eder. Marie ülkesini de unutmaz ve Varşova’da bir radyum enstitüsünün kurulmasını sağlar.</p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px; text-align: justify; word-break: break-word;">Kendini bilimin ve insanlığın umutlu ışığına adamış Marie Sklodowska – Curie, 4 Temmuz 1934 günü tarihin kolektif hafızasında büyük bir iz bırakarak hayata gözlerini yumar.</p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px; text-align: justify; word-break: break-word;"><br /></p><p style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px; word-break: break-word;"></p><blockquote style="background-color: #fff6d5; border-bottom-color: initial; border-bottom-style: initial; border-image: initial; border-left-color: rgb(243, 227, 170); border-left-style: solid; border-right-color: initial; border-right-style: initial; border-top-color: initial; border-top-style: initial; border-width: 0px 0px 0px 5px; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin: 0px 0px 20px; padding: 10px 20px;"><p style="box-sizing: border-box; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px; word-break: break-word;"><span style="box-sizing: border-box; font-weight: bolder;">Nazım, Münevver ve Iren...</span></p><p style="box-sizing: border-box; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px; word-break: break-word;">Marie’nin Irène’den sonra ikinci asistanı ve kızının eşi olacak Frederic Joliot Curie 1925 yılında büyük aileye katılır. El ele insanlık adına yeni keşifler yapılacak, güncel toplumsal sorunlarla mücadele edilecek. Ve yapılanlar tüm dünyada yankılanmaya devam edecek...</p><p style="box-sizing: border-box; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px; word-break: break-word;">Nazım ile Münevver’in mektuplaşmaları sırasında ajanslara bir haber düşer ve haber mektuba şöyle yansır:</p><p style="box-sizing: border-box; margin-bottom: 1rem; margin-top: 0px; word-break: break-word;">“Iren Jolio Küri için ağladım bu akşam. Ne tuhaf, Iren deselerdi, Iren öldüğün zaman deselerdi, İstanbul'lu bir kadın hem de hiç tanımadığın, ağlayacak arkandan deselerdi, şaşardı. Kocası geldi aklıma, bir mektup yazsam, başsağlığı dilesem diye düşündüm. Adresini bilmiyorum ama Paris, Frederik Jolio Küri desem, gider miydi?”</p><p style="box-sizing: border-box; margin: 0px; word-break: break-word;">Evet, muhtemelen mektup Frederic’in eline ulaşırdı. Çünkü Nazilere karşı direnişin başladığı yıllardan itibaren Paris'teki Direniş Cephesi öderliğini Frederic üstlenir. 1950'li yıllarda da Dünya Barış Konseyi’nin “nükleer silahların kullanılmamasına” yönelik başlattığı imza kampanyasında toplanan imzalar, Konsey Başkanı olan Frederic’e ulaştırılmaktadır. Dünyanın dört bir yanında 500 milyon imza Paris, Frederic Joliot Curie ismine gelmiştir.</p></blockquote>ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-15023951162325952252020-06-29T14:18:00.001-07:002022-01-09T13:40:25.851-08:00Latin Amerika kuşları....<p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhO5VWO2m_Ex9MRN-16GwQqvS3OfCXPUv7tp5V0c2eoSrypVtzKD5lNJ24PfAIcuY36hlEUjw_3v2lXkpjSrCcRshjZsNtNWdrtWW_2bXlKy2B9EjmBeAZlqDsJmx_cZKxAi_mf9EAWGEHM/s746/latin+amerika+ku%25C5%259Flar%25C4%25B1.png" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="255" data-original-width="746" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhO5VWO2m_Ex9MRN-16GwQqvS3OfCXPUv7tp5V0c2eoSrypVtzKD5lNJ24PfAIcuY36hlEUjw_3v2lXkpjSrCcRshjZsNtNWdrtWW_2bXlKy2B9EjmBeAZlqDsJmx_cZKxAi_mf9EAWGEHM/s320/latin+amerika+ku%25C5%259Flar%25C4%25B1.png" width="320" /></a></div><br /><span style="font-size: medium;">Bizim Ada profesyoneli, gezgin, araştırmacı M. Onur Çuvalcı ile kısıtlama günlerinde söyleştik. </span><div><span style="font-size: medium;"><br /></span></div><div><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/b/b6/Cotingas_(Cotingidae)_area.svg/800px-Cotingas_(Cotingidae)_area.svg.png" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><span style="font-size: medium;"><img border="0" data-original-height="800" data-original-width="643" height="200" src="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/b/b6/Cotingas_(Cotingidae)_area.svg/800px-Cotingas_(Cotingidae)_area.svg.png" width="161" /></span></a></div><span style="font-size: medium;"><br />Latin Amerika'nın çeşit çeşit kuşları ve bu kuşların yerli kültürlerdeki anlamları üzerine, eh biraz da evrim üzerine konuştuk.</span><p></p><p><span style="font-size: medium;">Dinlemek için <a href="<blockquote class="instagram-media" data-instgrm-permalink="https://www.instagram.com/tv/CAiAP5CpS7N/?utm_source=ig_embed&amp;utm_campaign=loading" data-instgrm-version="13" style=" background:#FFF; border:0; border-radius:3px; box-shadow:0 0 1px 0 rgba(0,0,0,0.5),0 1px 10px 0 rgba(0,0,0,0.15); margin: 1px; max-width:540px; min-width:326px; padding:0; width:99.375%; width:-webkit-calc(100% - 2px); width:calc(100% - 2px);"><div style="padding:16px;"> <a href="https://www.instagram.com/tv/CAiAP5CpS7N/?utm_source=ig_embed&amp;utm_campaign=loading" style=" background:#FFFFFF; line-height:0; padding:0 0; text-align:center; text-decoration:none; width:100%;" target="_blank"> <div style=" display: flex; flex-direction: row; align-items: center;"> <div style="background-color: #F4F4F4; border-radius: 50%; flex-grow: 0; height: 40px; margin-right: 14px; width: 40px;"></div> <div style="display: flex; flex-direction: column; flex-grow: 1; justify-content: center;"> <div style=" background-color: #F4F4F4; border-radius: 4px; flex-grow: 0; height: 14px; margin-bottom: 6px; width: 100px;"></div> <div style=" background-color: #F4F4F4; border-radius: 4px; flex-grow: 0; height: 14px; width: 60px;"></div></div></div><div style="padding: 19% 0;"></div> <div style="display:block; height:50px; margin:0 auto 12px; width:50px;"><svg width="50px" height="50px" viewBox="0 0 60 60" version="1.1" xmlns="https://www.w3.org/2000/svg" xmlns:xlink="https://www.w3.org/1999/xlink"><g stroke="none" stroke-width="1" fill="none" fill-rule="evenodd"><g transform="translate(-511.000000, -20.000000)" fill="#000000"><g><path d="M556.869,30.41 C554.814,30.41 553.148,32.076 553.148,34.131 C553.148,36.186 554.814,37.852 556.869,37.852 C558.924,37.852 560.59,36.186 560.59,34.131 C560.59,32.076 558.924,30.41 556.869,30.41 M541,60.657 C535.114,60.657 530.342,55.887 530.342,50 C530.342,44.114 535.114,39.342 541,39.342 C546.887,39.342 551.658,44.114 551.658,50 C551.658,55.887 546.887,60.657 541,60.657 M541,33.886 C532.1,33.886 524.886,41.1 524.886,50 C524.886,58.899 532.1,66.113 541,66.113 C549.9,66.113 557.115,58.899 557.115,50 C557.115,41.1 549.9,33.886 541,33.886 M565.378,62.101 C565.244,65.022 564.756,66.606 564.346,67.663 C563.803,69.06 563.154,70.057 562.106,71.106 C561.058,72.155 560.06,72.803 558.662,73.347 C557.607,73.757 556.021,74.244 553.102,74.378 C549.944,74.521 548.997,74.552 541,74.552 C533.003,74.552 532.056,74.521 528.898,74.378 C525.979,74.244 524.393,73.757 523.338,73.347 C521.94,72.803 520.942,72.155 519.894,71.106 C518.846,70.057 518.197,69.06 517.654,67.663 C517.244,66.606 516.755,65.022 516.623,62.101 C516.479,58.943 516.448,57.996 516.448,50 C516.448,42.003 516.479,41.056 516.623,37.899 C516.755,34.978 517.244,33.391 517.654,32.338 C518.197,30.938 518.846,29.942 519.894,28.894 C520.942,27.846 521.94,27.196 523.338,26.654 C524.393,26.244 525.979,25.756 528.898,25.623 C532.057,25.479 533.004,25.448 541,25.448 C548.997,25.448 549.943,25.479 553.102,25.623 C556.021,25.756 557.607,26.244 558.662,26.654 C560.06,27.196 561.058,27.846 562.106,28.894 C563.154,29.942 563.803,30.938 564.346,32.338 C564.756,33.391 565.244,34.978 565.378,37.899 C565.522,41.056 565.552,42.003 565.552,50 C565.552,57.996 565.522,58.943 565.378,62.101 M570.82,37.631 C570.674,34.438 570.167,32.258 569.425,30.349 C568.659,28.377 567.633,26.702 565.965,25.035 C564.297,23.368 562.623,22.342 560.652,21.575 C558.743,20.834 556.562,20.326 553.369,20.18 C550.169,20.033 549.148,20 541,20 C532.853,20 531.831,20.033 528.631,20.18 C525.438,20.326 523.257,20.834 521.349,21.575 C519.376,22.342 517.703,23.368 516.035,25.035 C514.368,26.702 513.342,28.377 512.574,30.349 C511.834,32.258 511.326,34.438 511.181,37.631 C511.035,40.831 511,41.851 511,50 C511,58.147 511.035,59.17 511.181,62.369 C511.326,65.562 511.834,67.743 512.574,69.651 C513.342,71.625 514.368,73.296 516.035,74.965 C517.703,76.634 519.376,77.658 521.349,78.425 C523.257,79.167 525.438,79.673 528.631,79.82 C531.831,79.965 532.853,80.001 541,80.001 C549.148,80.001 550.169,79.965 553.369,79.82 C556.562,79.673 558.743,79.167 560.652,78.425 C562.623,77.658 564.297,76.634 565.965,74.965 C567.633,73.296 568.659,71.625 569.425,69.651 C570.167,67.743 570.674,65.562 570.82,62.369 C570.966,59.17 571,58.147 571,50 C571,41.851 570.966,40.831 570.82,37.631"></path></g></g></g></svg></div><div style="padding-top: 8px;"> <div style=" color:#3897f0; font-family:Arial,sans-serif; font-size:14px; font-style:normal; font-weight:550; line-height:18px;"> Bu gönderiyi Instagram&#39;da gör</div></div><div style="padding: 12.5% 0;"></div> <div style="display: flex; flex-direction: row; margin-bottom: 14px; align-items: center;"><div> <div style="background-color: #F4F4F4; border-radius: 50%; height: 12.5px; width: 12.5px; transform: translateX(0px) translateY(7px);"></div> <div style="background-color: #F4F4F4; height: 12.5px; transform: rotate(-45deg) translateX(3px) translateY(1px); width: 12.5px; flex-grow: 0; margin-right: 14px; margin-left: 2px;"></div> <div style="background-color: #F4F4F4; border-radius: 50%; height: 12.5px; width: 12.5px; transform: translateX(9px) translateY(-18px);"></div></div><div style="margin-left: 8px;"> <div style=" background-color: #F4F4F4; border-radius: 50%; flex-grow: 0; height: 20px; width: 20px;"></div> <div style=" width: 0; height: 0; border-top: 2px solid transparent; border-left: 6px solid #f4f4f4; border-bottom: 2px solid transparent; transform: translateX(16px) translateY(-4px) rotate(30deg)"></div></div><div style="margin-left: auto;"> <div style=" width: 0px; border-top: 8px solid #F4F4F4; border-right: 8px solid transparent; transform: translateY(16px);"></div> <div style=" background-color: #F4F4F4; flex-grow: 0; height: 12px; width: 16px; transform: translateY(-4px);"></div> <div style=" width: 0; height: 0; border-top: 8px solid #F4F4F4; border-left: 8px solid transparent; transform: translateY(-4px) translateX(8px);"></div></div></div> <div style="display: flex; flex-direction: column; flex-grow: 1; justify-content: center; margin-bottom: 24px;"> <div style=" background-color: #F4F4F4; border-radius: 4px; flex-grow: 0; height: 14px; margin-bottom: 6px; width: 224px;"></div> <div style=" background-color: #F4F4F4; border-radius: 4px; flex-grow: 0; height: 14px; width: 144px;"></div></div></a><p style=" color:#c9c8cd; font-family:Arial,sans-serif; font-size:14px; line-height:17px; margin-bottom:0; margin-top:8px; overflow:hidden; padding:8px 0 7px; text-align:center; text-overflow:ellipsis; white-space:nowrap;"><a href="https://www.instagram.com/tv/CAiAP5CpS7N/?utm_source=ig_embed&amp;utm_campaign=loading" style=" color:#c9c8cd; font-family:Arial,sans-serif; font-size:14px; font-style:normal; font-weight:normal; line-height:17px; text-decoration:none;" target="_blank">Bizim Ada Turizm (@bizimada)&#39;in paylaştığı bir gönderi</a></p></div></blockquote> <script async src="//www.instagram.com/embed.js"></script>" target="_blank">Instagram söyleşisi</a>...</span></p><p><br /></p><p><br /></p><p><span style="font-size: medium;">Söyleşideki kuşların listesi: </span></p><p>* Arktik sumru</p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/c/c4/Diomedea_exulans_in_flight_-_SE_Tasmania.jpg/1024px-Diomedea_exulans_in_flight_-_SE_Tasmania.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="488" data-original-width="800" height="122" src="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/c/c4/Diomedea_exulans_in_flight_-_SE_Tasmania.jpg/1024px-Diomedea_exulans_in_flight_-_SE_Tasmania.jpg" width="200" /></a></div><br />Albatros<p></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/d/db/Colibri-thalassinus-001-edit.jpg/1024px-Colibri-thalassinus-001-edit.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="500" data-original-width="800" height="125" src="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/d/db/Colibri-thalassinus-001-edit.jpg/1024px-Colibri-thalassinus-001-edit.jpg" width="200" /></a></div><br />Sinek kuşları<p></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p>*Tukan</p><p>*Quetzal</p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/6/61/Cotinga_cayana-20090124.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="763" data-original-width="529" height="200" src="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/6/61/Cotinga_cayana-20090124.jpg" width="139" /></a></div><br />Mavi kotinga<p></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p>* Pembe kaşık gaga</p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/9/9e/Priotelus_temnurus_-Matanzas_Province%2C_Cuba-8.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="800" data-original-width="567" height="200" src="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/9/9e/Priotelus_temnurus_-Matanzas_Province%2C_Cuba-8.jpg" width="142" /></a></div><br />Trogon / Tocororo<p></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/b/b9/Scarlet_Macaw.jpg/320px-Scarlet_Macaw.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="615" data-original-width="320" height="200" src="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/thumb/b/b9/Scarlet_Macaw.jpg/320px-Scarlet_Macaw.jpg" width="104" /></a></div><br />Makav<p></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p>* Yeşil papağan</p><p>* Harpy Kartalı</p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/0/0d/Condor_flying_over_the_Colca_canyon_in_Peru.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="533" data-original-width="800" height="133" src="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/0/0d/Condor_flying_over_the_Colca_canyon_in_Peru.jpg" width="200" /></a></div><br />Condor <p></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p>* Hindi</p><p>* Tavuskuşu</p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/6/6a/Flickr_-_Rainbirder_-_Long-tailed_Manakin_(Chiroxiphia_linearis).jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="769" data-original-width="520" height="200" src="https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/6/6a/Flickr_-_Rainbirder_-_Long-tailed_Manakin_(Chiroxiphia_linearis).jpg" width="135" /></a></div><br />Manakin <p></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://www.10000birds.com/wp-content/uploads/2008/10/jb-mockingbird.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="250" data-original-width="600" height="83" src="http://www.10000birds.com/wp-content/uploads/2008/10/jb-mockingbird.jpg" width="200" /></a></div><br />Alaycı kuş<p></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p></div>ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-36132464222068215172020-05-30T14:12:00.000-07:002022-01-09T13:29:51.537-08:00Şempanzeler ve Bonobolar Hakkında Bir Derleme<p> <table align="center" cellpadding="0" cellspacing="0" class="tr-caption-container" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><tbody><tr><td style="text-align: center;"><a href="https://bilimveaydinlanma.org/content/images/2020/05/-emp-bonobo.png" imageanchor="1" style="margin-left: auto; margin-right: auto;"><img border="0" data-original-height="525" data-original-width="700" height="300" src="https://bilimveaydinlanma.org/content/images/2020/05/-emp-bonobo.png" width="400" /></a></td></tr><tr><td class="tr-caption" style="text-align: center;"><em style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; text-align: left;">Görsel kaynak: National Geographic </em></td></tr></tbody></table><br /></p><p style="text-align: left;"></p><div><span class="ozet" style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px;">İnsan soyunun evrimsel açıdan yaşayan en yakın akrabası olan şempanzeler ve bonoboları araştırmak hem doğayı anlamak için hem insanın kendini anlamlandırması için kritik bir alandır. Altı milyon yıl geride ayrılan yollar büyük kültürel farklılıklar üretirken şaşırtıcı birçok benzerlik taşımaya da olanak verir. 1900'lü yılların başında şempanzeler hakkındaki ilk yapılan çalışmalar bilişsel yeteneklerini çözmek üzerine olurken 1970'li yıllarda bireyci liberal ideolojinin yükselişiyle paralel kavgacı davranışlar, baskın erkek figürü araştırmalarda öne çıkmış görünmektedir. Bu dönemde şempanzelerin evrimsel açıdan kardeşi olan bonobolar ile de çalışmalar başlar ve empati, yardımlaşma, yönlendirici dişi, düzenli cinsellik gibi davranışlar böylece düşün dünyamıza az da olsa girmeye devam eder.</span></div><span class="ozet" style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px;"><br style="box-sizing: border-box;" />Bu makale şempanze ve bonobo araştırmalarının özet bir derlemesini sunmayı amaçlamaktadır. İlk önce araştırmacılar, araştırma odaklarıyla birlikte kısa bir tarihçe içinde sunulur. Ardından şempanze ve bonoboların yaşam alanları farklılığı ve kültürel davranış çeşitliliği anlatılır. Ekolojik faktörlerin, doğaya bağlılığın yüksek olduğu durumlarda, davranışları nasıl şekillendirdiği örneklenir. Bu davranış örüntülerinin genlere işlenmiş kalıplar olmalarından ziyade bilişsel yeteneklerle üretilmiş çeşitli tepkiler olduğu gösterilir. </span><p></p><p style="text-align: left;"><span class="ozet" style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px;">Makalede sunulan araştırmalar Pan türlerinde topluluk ilişkilerinin çok gelişkin olduğunu ifade etmektedir. Bu sosyalliğin kendisinin topluluk içi iletişimin evrimini beslediği, hem duygusal tepkileri hem de bilişsel yeteneği geliştirmiş olduğu belirtilir. Kendisinin ve bir diğerinin varlığını fark eden, ötekiyle empati kurabilen, ortak hareket becerisi evrilen, doğal malzemeleri işleyerek işlev kazandıran ve bir amaçla kullanan, jest ve mimik gibi sembollerle zihnini dışarıya aktarabilen, anılar biriktiren, ehlikeyif davranan insansı canlılar oldukları tespit edilmiştir. Tüm bunları yeni bir kültürel ağ yaratacak kadar zenginleştiren evrimsel kuzenler hakkındaki gözlemlere dair büyük bir külliyat oluşmuş durumdadır.</span><span style="background-color: white; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px;"></span><br style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px;" /><span class="anahtarkelimelergrup" style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; display: block; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 2rem; padding-top: 1rem;"><br style="box-sizing: border-box;" /><span class="anahtarkelimelerbaslik" style="box-sizing: border-box; font-weight: bold;">Anahtar kelimeler:</span> <span class="anahtarkelimeler" style="box-sizing: border-box; margin-top: 2rem; padding-top: 1rem;">şempanze, bonobo, insan, iletişim, kültür, alet kullanımı</span></span><span class="anahtarkelimelergrup" style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #212529; display: block; font-family: Lato, sans-serif; font-size: 16px; margin-bottom: 2rem; padding-top: 1rem;"><span class="anahtarkelimeler" style="box-sizing: border-box; margin-top: 2rem; padding-top: 1rem;"><a href="https://bilimveaydinlanma.org/sempanzeler-ve-bonobolar-hakkinda-bir-derleme/" target="_blank">Madde, Diyalektik ve Toplum Dergisi'ndeki yazıyı okumak için tıklayınız....</a></span></span></p>ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-43802698573956190712019-04-01T02:07:00.001-07:002022-01-09T13:39:11.160-08:00'Sığırcık Hopti' yeni bir öykü<br />
<br /><p style="text-align: left;"><span style="font-size: medium;">
Bu hikaye anılarımın İstanbul'u, her dem umut verici çocuklar ve bin bir renk canlılar için...<br /> Ütopyanızı kaybetmeyin.<br /> Bir kırmızı karanfil olsun elinizde, yüreğinizde....</span></p>
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh4jMh3sgRBlk_whGigGwZ1J_euUK3qQfNVt5gBXyj_Kh8cwpv2HJyZ-OfNZHfXTYJsfwO2spatTP0FiLXYl8NNUXao1WNIiakXaMcCK-ct2wm3Vr3urGhyh3XISLBqPhpmLW1A9bU61bHp/s1600/sigircik-hopti.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="500" data-original-width="500" height="400" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh4jMh3sgRBlk_whGigGwZ1J_euUK3qQfNVt5gBXyj_Kh8cwpv2HJyZ-OfNZHfXTYJsfwO2spatTP0FiLXYl8NNUXao1WNIiakXaMcCK-ct2wm3Vr3urGhyh3XISLBqPhpmLW1A9bU61bHp/s400/sigircik-hopti.jpg" width="400" /></a></div>
<br />ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-9744369071393460052018-06-25T05:09:00.003-07:002022-01-10T09:02:07.233-08:00Kurgu kitaplarda evrim teorisiAydınlık için mücadele ettiğimiz ülkemizin yeni bir sabahından merhaba.<br />
<br />
İyi Kitap Dergisi haziran 2018 sayısında evrim teorisinin çocuk ve gençlik kitaplarındaki yerini incelemiş. Hem evrim teorisinin içeriğine hem olgusal gerçeğe hem dünyadaki evrim öğretme çabalarına kısa değiniler yapan dergi, bilim anlatan kurgu üretimlerin arttığını müjdeliyor. Bazı kitapları tanıtıyor.<br />
Bilimseverlerin ilgisini çekecektir diye düşünüyorum.<br />
<br />
<a href="http://www.iyikitap.net/index.php/2018/06/04/iyi-kitap-sayi-105-haziran-2018/" target="_blank">Dergiyi incelemek için tıklayın...</a>
<br />
<br />
Dergide sevgili Elif Şahin Hamidi'in soruları ekseninde benimle de bir söyleşi gerçekleştirildi: <a href="http://www.iyikitap.net/index.php/2018/06/02/zelal-ozgur-durmus-evrimsel-iliski-doganin-isleyis-ezgisidir/" target="_blank">Evrimsel ilişki doğanın işleyiş ezgisidir...</a><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEnWk1PgK7eViLVpiQ7-6_6a_hcD1up9szqKmojNkWMStr58tZwJBdXvE4eSD_aEtdViIaYooV6YnmKQMjX4qYSMWvnOPMGbV4z70Flel6x6QSgh9voe4R3R__kamWG-bqkqTM-6Rjh_Ke/s1600/indir.png" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="801" data-original-width="575" height="640" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEnWk1PgK7eViLVpiQ7-6_6a_hcD1up9szqKmojNkWMStr58tZwJBdXvE4eSD_aEtdViIaYooV6YnmKQMjX4qYSMWvnOPMGbV4z70Flel6x6QSgh9voe4R3R__kamWG-bqkqTM-6Rjh_Ke/s640/indir.png" width="457" /></a><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEnWk1PgK7eViLVpiQ7-6_6a_hcD1up9szqKmojNkWMStr58tZwJBdXvE4eSD_aEtdViIaYooV6YnmKQMjX4qYSMWvnOPMGbV4z70Flel6x6QSgh9voe4R3R__kamWG-bqkqTM-6Rjh_Ke/s1600/indir.png" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><br /></a></div>
<br />ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-92209248704087855652018-04-09T01:24:00.000-07:002018-04-29T01:06:55.206-07:00Söyleşi ve imza<span style="font-family: Verdana, sans-serif;">Doğayı, yaşamın tarihini ve kuşları ve insana benzer canlıları konuşmak için...</span><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiAT5333NFaADoCWOdeCfGwTe6gwFcIkh2mHDzol-WUmeIKPMATW1LzOdH9gd8PqCnxn_ezBlWNT0JSjtxqkQ-Dz1iEN3o03msWfXe8tfED3HVgClm_qEgpQiQfmmV_yUVCrKDL50e9HR-H/s1600/yakac%25C4%25B1k+s%25C3%25B6yle%25C5%259Fi.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1469" data-original-width="1028" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiAT5333NFaADoCWOdeCfGwTe6gwFcIkh2mHDzol-WUmeIKPMATW1LzOdH9gd8PqCnxn_ezBlWNT0JSjtxqkQ-Dz1iEN3o03msWfXe8tfED3HVgClm_qEgpQiQfmmV_yUVCrKDL50e9HR-H/s320/yakac%25C4%25B1k+s%25C3%25B6yle%25C5%259Fi.jpg" width="224" /></a></div>
ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-19968847131235619372018-03-26T01:01:00.000-07:002018-04-29T01:08:03.599-07:00Arkeoloji Biliminde Maceralar<span style="font-family: "open sans";"><span style="font-size: 16px;">Çocukların bilimle haşır neşir olmasını sağlayabilmek için her gün yeni bir çalışma ile karşılaşabiliyoruz. Bu gönüllü çalışmada ise Max Planck İnsan Tarihi Enstitüsü tarafından çocuklar için hazırlanan boyama kitabı Türkçeye çevrilmiş. </span></span><br />
<span style="font-family: "open sans";"><span style="font-size: 16px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "open sans";"><span style="font-size: 16px;"><a href="http://haber.sol.org.tr/blog/dunyayi-verelim-cocuklara/soylesi-zelal-ozgur-durmus/arkeoloji-bilimi-macerasi-232356" target="_blank">Detaylar için çevirmen ile röportajı okuyabilirsiniz!</a></span></span><br />
<span style="font-family: "open sans";"><br /></span>
<span style="font-family: "open sans";"><br /></span>
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAJQhqtVRY86vefFkiUPetsBgv1XItXYuLT00Rtfy7kI1wFyIbTaVAOfNyTva461pSMyNitiJx_eyWrzg39foj3qCcT_4no_mP7Ej_Kqqtol_i7pEG2eTxgwHN974ayHIH8N-nsoUqA1Pt/s1600/1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="566" data-original-width="400" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgAJQhqtVRY86vefFkiUPetsBgv1XItXYuLT00Rtfy7kI1wFyIbTaVAOfNyTva461pSMyNitiJx_eyWrzg39foj3qCcT_4no_mP7Ej_Kqqtol_i7pEG2eTxgwHN974ayHIH8N-nsoUqA1Pt/s320/1.jpg" width="226" /></a><span style="font-family: "open sans"; font-size: 16px;"><br /></span>
<span style="font-family: "open sans"; font-size: 16px;"><br /></span><br />
<span style="font-family: "open sans"; font-size: 16px;">Bir heyecanla bilim insanlarının yolculuğunu takip etmek, veri toplama ve sorgulama süreçlerine dahil olmak ve insanın kökenine dair güncel bilgiler edinmek için bu kitap birebir. Üstelik bastırıp çocuklarla etkinlik kağıdı olarak değerlendirebilirsiniz.</span><br />
<span style="font-family: "open sans"; font-size: 16px;"><br /></span>
<a href="http://christinawarinner.com/wp-content/uploads/2017/07/MPI-CB-Turkish-Interactive.pdf" style="font-family: "open sans"; font-size: 16px;" target="_blank">İndirmek için tıklayınız!</a><br />
<br />
<br />ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-15251378579099792772017-12-29T11:24:00.000-08:002018-04-29T01:08:22.778-07:00Bilim ve Aydınlanma Akademisi<span style="font-family: "verdana" , sans-serif; font-size: medium;">İnsanlığın uzun geçmişinde ürettiği zenginlik göz kamaştırıyor. Çok büyük bir birikim var, bilinecek çok şey var ve bunun içinde gezinmek biraz da zor artık. Her gün daha çok şeyi bilmeye çalışıyoruz, bilmek yeterli sanıyoruz ve hatta daha çok bilmek için gereken "değişim"i bir türlü bilince çıkaramıyoruz.</span><br />
<div>
<span style="font-family: "verdana" , sans-serif; font-size: medium;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: "verdana" , sans-serif; font-size: medium;">Üniversitelerin bittiği, toplumsal yapının çürüdüğü bir dönemde Bilim ve Aydınlanma Akademisi yola çıktı. Kabul etmediği bugünü yeni bir yola bağlamak için kuruldu. Bilmekten anlamaya, anlamaktan değiştirmeye uzanan yolculukta güçlü bir ses olma arzusundaki akademinin kuruluş metnine göz atabiliriz: </span></div>
<div>
<span style="font-family: "verdana" , sans-serif; font-size: medium;"><br /></span></div>
<div class="rtejustify" style="background-color: white; margin-bottom: 1.2em; text-align: justify;">
<span style="font-family: "verdana" , sans-serif; font-size: medium;"><i>"Bu koşullarda;</i></span></div>
<div class="rtejustify" style="background-color: white; margin-bottom: 1.2em; text-align: justify;">
<span style="font-family: "verdana" , sans-serif; font-size: medium;"><i>çalıştığımız bilimsel alandaki gerici ideolojilerle mücadele etmek,</i></span></div>
<div class="rtejustify" style="background-color: white; margin-bottom: 1.2em; text-align: justify;">
<span style="font-family: "verdana" , sans-serif; font-size: medium;"><i>bilimsel disiplinler arasında materyalist temelde bir bütünlük kurmak,</i></span></div>
<div class="rtejustify" style="background-color: white; margin-bottom: 1.2em; text-align: justify;">
<span style="font-family: "verdana" , sans-serif; font-size: medium;"><i>doğa ve toplum bilimlerini felsefe ve bilim tarihi açısından bütünleştirmek ve bunda diyalektik materyalizmin olanaklarından yararlanmak,</i></span></div>
<div class="rtejustify" style="background-color: white; margin-bottom: 1.2em; text-align: justify;">
<span style="font-family: "verdana" , sans-serif; font-size: medium;"><i>kısaca bilimsel alanlarımızdan kalkarak bir aydınlanma mücadelesi vermek için</i></span></div>
<div>
<span style="font-family: "verdana" , sans-serif; font-size: medium;"><i><span style="background-color: white; text-align: justify;">'Bilim ve Aydınlanma Akademisi' adı altında bir araya gelerek bir süreç başlatıyoruz."</span> </i></span></div>
<div>
<span style="font-family: "verdana" , sans-serif; font-size: medium;"><i><br /></i></span></div>
<div>
<span style="font-family: "verdana" , sans-serif; font-size: medium;"><i><br /></i></span></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcX8O1GJE1Wjgk64hwu7DvacyhGkfw6CsTB4dK7U6XU6-I4zpEmEPGmqhXOxglnEKHNW7WuuFEkG5b4_rPyDmpoEhMjGb2FkQSfxlNV-AqW0Vl5pOr9gjmLXZlrEUSD39KSXNwJw7S72BN/s1600/kuekapak.png" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><span style="font-family: "verdana" , sans-serif; font-size: medium;"><img border="0" data-original-height="505" data-original-width="370" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcX8O1GJE1Wjgk64hwu7DvacyhGkfw6CsTB4dK7U6XU6-I4zpEmEPGmqhXOxglnEKHNW7WuuFEkG5b4_rPyDmpoEhMjGb2FkQSfxlNV-AqW0Vl5pOr9gjmLXZlrEUSD39KSXNwJw7S72BN/s320/kuekapak.png" width="233" /></span></a></div>
<div>
<span style="font-family: "verdana" , sans-serif; font-size: medium;"><br /></span>
<span style="font-family: "verdana" , sans-serif; font-size: medium;">Akademi çalışmasının ilk ürünlerinden biri ücretsiz dağıtılacak evrim kitabı hazırlamak oldu. Ülkemizdeki biyologların, eğitimcilerin, bilim severlerin yıllara yayılmış çeşitli çalışmalarını derleyen bu kitap, tam da iktidarın "evrim"i örgün eğitimden kaldırma girişimlerine karşı hayata buluyor. Sizlerin de yaygın dağıtım ağına katılmanızı bekliyoruz. </span></div>
<div>
<span style="font-family: "verdana" , sans-serif; font-size: medium;"><br /></span></div>
<div>
<span style="font-family: "verdana" , sans-serif; font-size: medium;"><a href="https://drive.google.com/file/d/1LhLL06_25HpjMCVONuSfSHg59ji9GoDA/view" target="_blank">İndirmek için tıklayınız. Kayıp Ünite: Evrim</a></span></div>
ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-86227440305474257162017-05-21T06:58:00.003-07:002019-04-14T00:32:08.502-07:00Öğretmenlerle Evrim Çalıştayı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEikv6GiS5Z3rb4fXYwaSmFrKWCe69fwcnv0ggAKK7eapNeob_9FNi9jhl6aTRaIKQkQ-saIw7T6LgRR0pqH-RqnYzHHPqolMxndX4QSMmYkzGk1ccNJiJq7Y5YEM2oPMS6RqCkARUznYuw7/s1600/%25C3%25B6ec.png" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="108" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEikv6GiS5Z3rb4fXYwaSmFrKWCe69fwcnv0ggAKK7eapNeob_9FNi9jhl6aTRaIKQkQ-saIw7T6LgRR0pqH-RqnYzHHPqolMxndX4QSMmYkzGk1ccNJiJq7Y5YEM2oPMS6RqCkARUznYuw7/s640/%25C3%25B6ec.png" width="640" /></a></div>
<br />
<br />
Türkiye'nin eğitim sistemi dikiş tutturamıyor, bütünlüklü ve tutarlı bir öğretim programı oluşturamıyor, oluşturmak istenmiyor. Eğitim felsefesinin olmadığı yerde, ancak, eğitimin alanındaki popüler fikir kırıntılarıyla sürekli değişen program oluşturma girişimlerine şahit oluyoruz. Bu yarış kamuoyuna ise eğitimde reform diye sunuluyor.<br />
<br />
Bu bilim dışılıkla başa çıkmak için inisiyatif alıp alternatif programlar oluşturmak önemli. Bilim disiplinlerinin özgün ve güncel içeriğine dayalı ders kılavuzları oluşturmak bilim insanlarının, ilerici öğretmenlerin işbirliğini gerektiriyor. Biyoloji ders içeriği oluşturmak için bir çalışma başlamış bulunuyor. Bu çalışmanın bir ayağı 25-27 Ağustos 2017 tarihlerinde öğretmenlerle yapılacak.<br />
<br />
<br />
<a href="http://www.ekoevo.org/wp-content/uploads/2019/03/Kitapcik-OgretmenlerleEvrimCalistayi2017_V2-2.pdf" target="_blank">Öğretmenler için kılavuz kitapçık yayımlandı. İndirmek için tıklayınız.</a><br />
<br />
<br />
.....<br />
<br />
<span style="background-color: white; color: #141412; font-family: "bitter" , "georgia" , serif; text-align: justify;">Öğretmenlerle Evrim Çalıştayı </span><a href="http://mtbm.bornova.bel.tr/" style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #bc360a; font-family: Bitter, Georgia, serif; text-align: justify; text-decoration-line: none;" target="_blank">Bornova Belediyesi Dost Bilim Evi – Mevlana Toplum ve Bilim Merkezi</a><span style="background-color: white; color: #141412; font-family: "bitter" , "georgia" , serif; text-align: justify;"> (BB-MTBM) ve </span><a href="https://ekoevo.org/" style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #bc360a; font-family: Bitter, Georgia, serif; text-align: justify; text-decoration-line: none;" target="_blank">Ekoloji ve Evrimsel Biyoloji Derneği</a><span style="background-color: white; color: #141412; font-family: "bitter" , "georgia" , serif; text-align: justify;"> (EKOEVO) ortak etkinliğidir. </span><a href="http://eseb.org/" style="background-color: white; box-sizing: border-box; color: #bc360a; font-family: Bitter, Georgia, serif; text-align: justify; text-decoration-line: none;" target="_blank">The European Society for Evolutionary Biology</a><span style="background-color: white; color: #141412; font-family: "bitter" , "georgia" , serif; text-align: justify;"> (ESEB) etkinliğe “Outreach Fund Project” Programı kapsamında destek olmaktadır.</span>ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-73574551946200923692016-11-10T04:58:00.000-08:002016-11-11T05:04:28.865-08:00Evrimin Işığında<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiUPxwEPd_hz3nPGmkr_UbCRR8hEOSJZoqbDRoX7kov89KOwkVB4sueyYxumAmJFqjMRb4TMLBhXTAt_36Cp_JAazmUZ84B284hsTGwlasIKGk541_5Rh5dyWv9ewv1OQc_bpM6iaZwev43/s1600/0000000720016-1.jpg" imageanchor="1" style="clear: right; float: right; margin-bottom: 1em; margin-left: 1em;"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiUPxwEPd_hz3nPGmkr_UbCRR8hEOSJZoqbDRoX7kov89KOwkVB4sueyYxumAmJFqjMRb4TMLBhXTAt_36Cp_JAazmUZ84B284hsTGwlasIKGk541_5Rh5dyWv9ewv1OQc_bpM6iaZwev43/s320/0000000720016-1.jpg" width="203" /></a><br />
<span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;">Evrim, Bilim ve Eğitim Sempozyum'larında yapılan sunumlardan derlediğimiz son kitap Iraz Akış ve N. Ezgi Altınışık’ın editörlüğünde yayımlandı. IV. ve V. sempozyumdaki doğa bilimlerinden sosyal bilimlere uzanan genişlikteki içerik evrim kuramının bütünleştirdiği bir düzlemde sunuldu.</span><br />
<span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;">Alt başlıklar:</span><br />
<span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;">Bilimsel Düşüncenin Yaygınlaşması: Evrim Eğitimi ve Popüler Bilim, </span><br />
<span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;">Bilim Tarihinde ve Bilim Felsefesinde Evrim Kuramı, </span><br />
<span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;">Kültürel Evrim,</span><br />
<span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;">Moleküllerden Topluluklara Evrim</span><br />
<span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;">Yazarlar: </span><br />
<span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;">Özgür Taşkın</span><br />
<span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;">Derya Ünlü</span><br />
<span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;">Sedar Mayda </span><br />
<span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;">Nalan Mahsereci</span><br />
<span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;">Hasan Erol Eroğlu</span><br />
<span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;">Erhan Nalçacı</span><br />
<span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;">Gökhan Akbay</span><br />
<span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;">Alaeddin Şenel </span><br />
<span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;">Ali Somel</span><br />
<span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;">Ali Cenk Gedik</span><br />
<span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;">Çağatay Tarhan</span><br />
<span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;">Utku Perktaş</span><br />
<span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;">Hakan Gür</span><br />
<span style="font-family: "georgia" , "times new roman" , serif;">Çağatay Tavşanoğlu</span><br />
<span style="font-family: "open sans";"><br /></span>ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-4195813725234621712016-08-30T01:00:00.012-07:002023-04-04T13:28:37.745-07:00Sapiens'in günahları I - Cevap arıyoruz
<p>Hayatı kendi yaşadığımız anlardan ibaret görmenin ötesine bakınca toplumlar tarihini, insanın hem biyolojik hem düşünsel evrimini merak etmek kolaylaşıyor.Hele işlerin çok karıştığı, her türlü tehdidin arttığı dönemlerde bu arayış hali daha da güçleniyor. Kendi türümüzün geçmişini öğrenerek bugünü anlayabilmek, anlamakla değiştirmek arasındaki bağı keşfedebilmek sıkıştığımız koşullar içinde bize ışık oluyor.</p>
<p>Cevap arıyoruz!!</p>
<p>Türkçe çevrisi bir buçuk yıl içinde on beşinci baskıya doğru giden Yuval Noah Harari’nin “Sapiens: İnsan Türünün Kısa Tarihi” isimli kitabı tam buraya denk düşen bir cep yayını gibi duruyor. Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada çok satanlar listesine girmiş. Bill Gates’in tavsiyesinin ya da Jared Diamond’ın kapaktaki çağrısının satışa etkisi olmuş olabilir. Toplumcu düşünce ise kuşku ile yaklaşmamızı söylüyor.Tanıtım soruları can yakıcı; ama cevaplara nasıl bir izlekle ulaşıldığı çok daha önemli. </p>
<p>“Dünyada güvenilir tek şey para mı? Bütün gerçeklik mitler üzerine mi kurulu? Ekolojik bir seri katil miyiz?” Kestirmeden söyleyelim, yazarın cevabı “evet”lerden oluşuyor. Homo sapiens’in, bilişsel sıçrama ile birlikte, canlı türlerin gelmiş geçmiş en büyük katili olduğunu iddia ediyor. Bunu kendi ürettiğimiz mitlere inanarak işbirliği içinde yaptığımızı söylüyor. Türümüzü, kendini özgürleştirdiğini sanarak sadece “bahçesi daha geniş yeni hapisaneler” üreten bir akış içinde yorumluyor. Böylece geri dönüşü olmayan bu yolda hepimiz “günahkâr” doğmuş oluyoruz; Hıristiyan mitolojisindeki gibi. </p>
<p>Harari, tarih bundan ibarettir, diyor. “Tarih ilerledikçe insanların iyilik ve mutluluğunun geliştiğine dair hiçbir kanıt gösteremeyecek” olduğumuzu söylüyor. “Çaresiz bir şekilde yaşam ırmağının içinde sürükleniyoruz” fikrini usulca kulağımıza fısıldıyor.</p>
<p>O zaman, “Hiç hareket etmeseydik daha iyi olabilir miydi? Doğaya hiç dokunmazdık, hiç kimsenin acısının sorumlusu olmazdık,” diye düşünüyoruz. İnsan olarak biyolojik evrimin sunduğu alt yapıyı kullanmasa mıydık, üretmese miydik, düşünmese miydik? </p>
<p>Hayatı anlama çabasına cevap, sosyal gerçekliğin uydurma hikayelerle geliştiğine ve tarihin nasıl değişeceğini bilemeyeceğimiz yıkıcı zorunluluklar yarattığına inanmak mıdır; bu acıların suçluluğuyla pişmanlık içinde kıvranmak mıdır? </p>
<p>Ama bir insan yıldızlı göklere bakıp uzayda neler olabileceğini düşlemeyi çok sevebilir. Bir insan orkestranın çalacağı bir senfoniyi dinlemek isteyebilir. Dahası herkes üretebilir, bunun hayata kattığı anlamdan haz alabilir. Böylece yaşam güzelleşip ilerleyebilir, evrilebilir, sıçrayıp devrimci çıkışlar yapabilir, yeniyi kurabilir. </p>
<p>Tabii ki bu, gezegene pembe gözlüklerle bakmak anlamına gelmiyor. İnsanların bir kısmının bugün hâlâ köle olduğu veya geri kalan büyük çoğunluğun köle gibi çalışmak zorunda bırakıldığı gerçeğini değiştirmiyor. ABD’nin attığı atom bombasını unutturmuyor. Piyasanın gizli elinin hep semayeye çalıştığı prensibi görünmez olmuyor. Görünüşe bakılırsa onca güzelliğe rağmen bizler hâlâ birer günahkârız. Peki günahlar hepimizin mi? Günahlardan kurtulmanın yolu yok mu? Yazarın savı gibi “kapitalizmi sevmesek de onsuz yaşayamaz” durumda mıyız? </p>
<p>Hayallere inanmak yetmez!!</p>
<p>Kitabın sorunları, diyalektik yöntemi kavramanın çözümleme yapmak için ne kadar kritik olduğunu ortaya koyuyor. Çünkü yazar dualist bakıştan kurtulamıyor. Karşılıklı ilişki içinde dans eden nesne-özne çiftini göremiyor. Ya bir şey ya da diğer şey var, bunlar birbirlerinden ayrı olarak var oldukları için öngörülemezdir, diyerek yaklaşımını sunuyor.</p>
<p>Örneğin koşulların oluşturduğu potansiyeli açıklarken materyalist yöntem ile yaklaşıyor. Ama bunu pozitivist bir içerikle yapıyor. “Biz bitkileri evcilleştireceğimize, bunun tam tersi gerçekleşti” diyerek nesnelliğe çubuk büküyor. Aradaki ilişki akışını tek yönlü çiziyor. Toplumsal gelişme süreci içinse idealist yönteme baş vuruyor: “Kelimelerle hayali bir dünya yaratıyoruz”, “bu hayale hepimiz inanıyoruz”, “hayalin etrafında devasa bir işbirliği örüyoruz.” O vakit düşünceler bütün maddi koşulların potansiyelinden bağımsız belirleyici oluyor.</p>
<p>Bu izleğe göre inandığımız hayaller/mitler hem günahımız hem sevabımız oluyor. Kapitalizmin modern mitlerine inandığımız için endüstriyel çiftliklerin kontrolsüzlüğünün veya atom bombasının yıkıcılığının suçlusu oluyoruz. Oysa suçun sorumlusu genişleyince, "hepimiz suçluyuz" deyince suçu ve suçluyu irdelemek olanaksız hale geliyor. Suçun nedeni ortaya koyulamayınca ahlaki yaklaşım öne çıkıyor. Suç bir kere ahlaki mesele kategorisine yerleştirilince değişimin yolu yeni bir ahlak anlayışından geçiyor.</p>
<p>Hayal kurmanın kökeni olan soyutlama becerisi neden-sonuç ilişkileri kurmamıza da imkan verir. İlişkisellik kolayca görünmeyen girift örüntüler oluşturabilir. Ama maddi koşullardan kopuk olamazlar. Yaşamın gerektirdiği şeylere sıkı sıkıya bağlıdırlar. Düşünceler maddi zeminden türüyor, somut ürünler veriyor, değişen nesnellik yeni düşüncelerin gelişmesini sağlıyor ve bu sarmal sürüp gidiyor. Tarihsel ilerleme böyle gerçekleşiyor.</p>
<p>Sonuçta kapitalizm, “para fikrine inandığımız” ve değişim değerine güvendiğimiz için var olan hayali bir sistem değildir; bir üretim biçimidir. Fabrikalarıyla, bankalarıyla, okullarıyla, hukuk sistemiyle, ulusal ve uluslararası örgütleriyle, patronuyla, işçisiyle, köylüsüyle, orta sınıf insanlarıyla kanlı canlı, somut bir yapıdır. Bu yapı yarattığı olanaklara rağmen bir yandan da toplumsal gelişimin önünü tıkadığı için değişmelidir.</p>
<p>Yazar “bir dizi tesadüfün bizi cennete veya cehenneme sürükleyebileceği” yönü kestirilemez bir nesnellik tarif ediyor. Birey olarak “ne istediğimizi bilme”ye indirgenen özne olma alanı tanımlıyor. Bu bileşim, etkileyemeyeceğin bir hayattı takma kafana, kendini keşfettir; bir nev-i “carpe diem”dir. Ya Harari’nin kitabını alacak paramız olmasından ve onu seçebilmekten mutlu olmalıyız ya da nesnel koşullara dayanan soyutlama gücümüzün, yaratma becerimizin, işbirliği kuran sosyalliğimizin hakkını vermek zorundayız. Herkes için eşitlik ve özgürlük isteyebiliriz. Hayatı yeniden kurabiliriz. </p>
Eylem zamanı!ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com05QGQW5Q4+G6-19.0611895 135.1555569-47.406833018533845 99.99930690000005 9.28445401853384 170.31180689999994tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-14092174334200890792016-08-30T01:00:00.011-07:002023-04-04T13:19:51.572-07:00Sapiens'in günahları VI - Dilin evrimi üzerine<p>Homo cinsini diğer kuyruksuz maymun türlerinden –ve elbette diğer memelilerden– ayıran en önemli özelliklerden biri, onlara kıyasla oldukça esnek (elastik) bir beyinle doğmasıdır. Ünlü nörobilimci David Eagleman’ın ifadesiyle, “yunuslar, daha doğumda yüzmeye başlarlar; zürafalar ayakta durmayı saatler içinde öğrenirler; bir zebra yavrusu da doğumu izleyen kırk beş dakika içinde koşabilir. … Hayvan yavrularındaki bu hızlı gelişimin nedeni, beyinlerinin büyük oranda önceden programlanmış* bir şablona göre bağlantılar kurmasıdır. … İnsanlar ise aksine, buzlu tundralardan yüksek dağlara ya da vızır vızır işleyen kentlere kadar birçok farklı ortamda yaşama becerisine sahiptir. Bunun mümkün olmasının nedeniyse, gelişimi şaşılası ölçüde eksik kalmış birer beyinle doğuyor olmamızdır.” “Esneklik” derken kastedilen budur: diğer memelilerin aksine insan beyninin doğumdan sonra çok büyük ölçeklerde biçimlendirilebilir oluşu. Harari’nin iki buçuk milyon yıldır insan beyninin evrimini sürdüren şeyin ne olduğunu bilmediğimizi iddia etmesi ise bu derece zayıf bir kitap için bile gülünç. Zira bu sebep yüz elli yıldan fazla bir süredir biliniyor: doğal seçilim.</p>
<p>Harari, ilk insanın doğumundan bugüne geçen iki buçuk milyon yılda insan türünün kendine özgü yapıtlarını küçümsemekten de geri kalmıyor. Yazara göre insanlık, iki buçuk milyon yılın büyük bir bölümünde, gelişen ve büyüyen beynine rağmen “çakmaktaşından birkaç bıçak ve sivri sopa dışında” pek az şey ortaya koyabildi. Harari’nin bu bakış açısı, daha önce de sözü edilen dualist yaklaşımının bir sonucu. Bu yaklaşım yüzünden insanın içinde bulunduğu çevresel şartlar ve o şartlarla kurduğu ilişki göz ardı ediliyor; Harari’ye göre bir yanda doğa, diğer yanda insan var ve bunlar birbirlerinden bağımsız bir gidişata tabi. Gerçekte olan ise bundan çok, ama çok farklı.
</p>
<p>Örneğin Sapiens’inkinden daha büyük beyinlere sahip olan Neandertallerin konuşma becerisi geliştiremeyip muhtemelen yalnızca vücut dili ve homurtularla iletişim kurmuş olması, Neandertallerin konuşmaya uygun gırtlak yapısına sahip olmamasıyla açıklanır. Onların aksine Sapiens’in konuşarak iletişim kurmasına olanak sağlayacak şekilde evrimleşmiş bir solunum, gırtlak, ağız ve geniz yapısı vardır. Gerekli donanım olmaksızın yazılım ne kadar gelişkin olursa olsun fayda etmez. Doğal seçilim yoluyla evrim, Sapiens’e, bu yazılım-donanım ikilisini bir arada sunduğu için türümüzü şanslı sayabiliriz; ancak bu, Sapiens’in var oluşu süresince ortaya koyduklarını küçümsememiz gerektiği anlamına gelmez. Bir türün bilişsel gücünü yalnızca alet yapma becerisiyle ölçmek ise abesle iştigaldir; o türün iletişim becerilerini ve biçimlerini de belirlemek gerekir.
</p>
<p>Harari’ye göre ise iletişim, en azından sözlü iletişim yarattığımız mitler ve dedikodudan ibaret. Homo sapiens’te konuşma becerisinin tam olarak ne zaman, nasıl ve neden ortaya çıktığına dair birçok tahmin bulunuyor. Bu konu üzerine farklı alanlardan çok sayıda araştırmacı yaptıkları çalışmalarla dev miktarda sonuç biriktirmişse de bu tahminlerin hiçbiri elle tutulur birer kurama dönüşmüş değil; hepsi de tartışmaya açık, kısmen çelişkili, henüz önündeki sis bulutu yırtılıp atılamamış birer spekülasyondan ibaret. Dolayısıyla Harari’nin “mitler ve dedikodu” önerisi de geçerli olabilir. Fakat iletişim yalnızca konuşmadan ibaret değil ve Harari’nin yazı ve okumaya dair söyledikleri, günümüzde okuma/yazma ve beyin arasındaki ilişki üzerine çalışan saygın birçok nörobilimcinin ve dilbilimcinin çalışmalarıyla ciddi zıtlıklar gösteriyor.
</p>
<p>Harari, tıpkı –akla zarar bir şekilde– Tarım Devrimi sonrasında buğdayın insanı köleleştirdiğini iddia etmesi gibi, okumanın (ve yazının) da insanı esir aldığını, onun sahibi haline geldiğini öne sürüyor. Bu bir mecaz olarak alındığında doğru gibi görünse de kitabın bütünselliği içinde değerlendirildiğinde bu iddianın, insanın kendi nesnelliğine etki edemeyeceğine dair yazarın öne sürdüğü “delillerden” bir diğeri olduğu görülüyor.</p>
<p>Buna karşın gerçekte olan şey yazının beyni değil, beynin –yani Sapiens’in– yazıyı evrime uğratmasıdır. Yazının bulunuşu yaklaşık 5 bin yıl öncesine dayanır ve bu süre, milyonlarca, hatta çoğu zaman milyarlarca yıl süren evrimin işleyebilmesi için yeterli değildir. Fakat ortada yazı ve onu algılayıp anlamlandırarak “okuma” eylemini gerçekleştiren bir de beyin vardır. Nörobilimci Stanislas Dehaene buna “okuma paradoksu” adını verir ve bu paradoksu, “Nöronal Geri Dönüşüm Hipotezi” adını verdiği bir yöntemle çözer. Dehaene’e göre beynimizde bulunan görsel nesne tanımaya ayrılmış nöronlar, normal bir avcı toplayıcı toplumda hayvan izlerini takip etmeye, avcıları ve yırtıcıları tanımaya yararken günümüzde yazıyı oluşturan sembolleri tanımak üzere eğitilmektedir. Yani okuma doğuştan gelmez; temelinde başka bir görev üstlenen nöronlara –yazının önceki bölümlerinde bahsedilen esneklik özelliği sayesinde– okuma “öğretilir”.
</p>
<p>Öte yandan yazı ise ilk ortaya çıktığı haliyle kalmamıştır. Başlangıcını mağara resimleriyle imleyebileceğimiz yazı, bugüne kadar onu ele geçiren her toplum tarafından değiştirilmiş ve gittikçe daha da, daha da basitleştirilmiştir. Bu basitleştirme işlemi, önceki çağlarda küçük bir azınlığın oluşturduğu kâtipler zümresinin bir ülkedeki tüm vatandaşları kapsayacak biçimde genişletilmesini sağlamıştır. Sonuçta bir insan için anlamak ve çizmek zorunda olduğu resimleri veya piktogramları ezberlemek, yalnızca birkaç çizikten meydana gelmiş sembolleri ezberlemekten daha zordur.
</p>
<p>Sonuç olarak Harari’nin ortaya attığı iddialar, dilin ve yazının ortaya çıkışı ve bunların beyinle –ya da bilişle– ilişkisini açıklamak konusunda da havada kalıyor. Dilin dedikodu ve yaratılan mitler sayesinde ortaya çıktığı iddiası (sosyokültürel açıklamanın bir parçası), gerçeğin olsa olsa bir kısmı olabilir ve bu iddianın resmin tamamının görülmesini engelleyecek biçimde sunulması, art niyet olmasa bile en hafif tabirle “laf cımbızlamak” olarak tanımlanabilir. Diğer yandan modern toplumun bir getirisi olan yaygın okumanın insanı esir aldığını, ona sahip olduğunu söylemek de yersizdir. Okumayı öğrenmek bir yetinin boyunduruğu altına girmek değil, insanın bilişsel ve toplumsal gelişimini ileriye taşımak için hayli kullanışlı bir araç edinmektir.
</p>
Ozan Karakaş
ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-56680588837021314242016-08-30T01:00:00.009-07:002023-04-04T13:18:57.293-07:00Sapiens'in günahları V - Gelecek kurgusu<p>Bütün hayat “inandığımız veya kabullendiğimiz ortak mitler” etrafında örgütlenmiş, televizyonlardan, internetten, siyasetten, edindiğimiz mülklerden, beşeri bilimlerden vb. sel olmuş üzerimize akıyor. Yabancılaştığımız hayat böyle bir şey. Fakat yabancılaşma sorunu her şeyin bir mit olduğunu mu gösterir ya da soyutladığımız her şeyin bir mit kadar “desteksiz” olduğunu mu düşünmeliyiz?
</p>
<p>İnsan hakları, özgürlük, adalet gibi kavramlar da para gibi, kutsallık gibi “insanların yarattığı bir mittir” dendiğinde aradaki fark ortadan kaybolmuyor. Bir tarafta insana ve doğaya zarar vermemek için uğraşan bir düşünce yapısı varken, diğer tarafta kaba bireysel çıkarcılık var. Harari’nin her şeyi bir torbaya koyma savından ancak kötülüğü olağanlaştırma çıkar.
</p>
<p>Kitapta benzer sözler “eşitlik” için de söyleniyor. Yalnız eşitlik kavramının bir mit olması iddiasının dışında esas olarak “eşitlik özgürlükle çelişir” düşüncesini ileri sürülüyor. O vakit, ünlü köle isyanı önderi, gladyatör Spartaküs’ün soylularla eşit kabul edilmek ve özgürlük isteği yüzyıllar sonra bile mantıksız ilan edilebilir. Oysa bu kavramlar bugün sosyalist ideolojide çok daha gelişkin biçimlerde tanımlanıyor. Fakat kitapta düşünsel gelişim yok. Tersine yazar gelişkin düşüncelerin yeşereceği bir toplum için ahlaki duruştan daha fazlasını söyleyen komünizmi “İslam gibi bir din” olmakla itham ediyor. Bunu da “marksistlerin tarih yasası olarak tanımladıkları şeyler insanüstüdür, çünkü tarihin yasaları insanlar tarafından yaratılmamıştır” biçiminde açıklamaya çalışıyor. Hayal dünyasında yaratılan "tarihin yasaları" fikrine ve buradan doğan değerlere inanan insanlardır marksistler, diyor.
</p>
<p>İnsanların mücadele günü olarak gördüğü ve gerçekleşmiş bir olaya atıfla kutlanan 1 Mayıs’ı aziz günlerine benzetmesi gibi saçmalıkları bir kenara bıraksak, sadece bu “insanüstü” noktasında bile çok ciddi bir hata var. Tarihin yasaları olarak tanımlanan şeyler insandan bağımsız doğada var olan ya da sadece düşündüğümüz için olabilecek şeyler değildir. İnsanlar, farkında olarak ya da olmadan, karşılıklı olarak birbirini doğuran ilişkiler ağının yaratılmasını sağlar. Yani toplumda insanlar arası ilişkiler, yine insanların yarattığı mevcut üretim ilişkilerinin zorunlu parçasıdır. Bu somutluğun soyutlanmasına “tarihin yasaları” denmekte. Bu bir teorik soyutlamadır.
</p>
<p>Tarihsel materyalist yaklaşımla, kapitalizmi yaratan koşullar veya “yasalar” var, diyebiliriz. Kapitalistler sermaye biriktirme zorunluluğuyla insanlara daha düşük ücret vermek isteyecek, eylem yapan işçileri şiddetle bastıracak, zorda kalırsa terör ortamını besleyecek; Irak işgalini hayata geçirecek, Suriye Devleti’nin dahil olduğu ittifakı dağıtmak için uluslararası operasyon başlatacak. Bunlar insanüstü bir yasayla gerçekleşen olaylar değil, bu üretim biçiminde hayatta kalma çırpınışlarıdır.
</p>
<p>Marksizm için ise en genel çerçevede “eşitliğin ve özgürlüğün” olabileceği bir dünyanın düşünce ve eylem bütünlüğü diyebiliriz. Bu kurgusal bir tarif olsa da fikir maddi zeminde ayağa kalkıyor. En basit aletlerden en karmaşık makinelere kadar tüm üretim araçlarının, bilginin ve eserlerin yaratımında doğrudan veya dolaylı çoğu insanın emeğini koyduğu toplumsal koşullar içinde yaşıyoruz. Ama birlikte ürettiklerimize bir azınlık el koyuyor. Ve bunu kapitalist sistemin liberal argümanlarına dayanarak yapıyor. Sosyalist sistem buna karşıt bir sistemdir. Üretimin toplumcu bir biçimde planlanmasını ve ürünlerin eşit bir biçimde bölüşülmesini gözetir. Bu koşullar gelişkin özgürlük anlayışının yeşereceği asgari zemini oluşturur.
</p>
KAPİTALİZMİN SINIRLARINI AŞMAK
<p>Günümüzdeki "kapitalist imparatorluk” hangi devletlerle başlıyor, ne tür gelişmeler oluyor, dünyaya nasıl yayılıyor, hayatımızı ne biçimde etkiliyor, bu soruların yanıtları kitapta uzunca anlatılıyor. Ancak Harari anti-komünist pozisyonun hazin sonucu olarak kapitalizm konusunda ancak basit tezler sıralıyor. Sitemin yarattığı sorunları serbest piyasa kapitalizminin ahlaklı işlememesine bağlıyor. Yoksulluğun sebebi nüfusun fazla olmasıdır, zenginliği sağlayacak şey ise paraya olan güvenle yapılan girişimcilik ve teknoloji üretimidir, diyor. Buraya dayanarak Harari “yaşadığımız dönem eşi görülmemiş bir barışçıllığın olduğu bir ortamdır” düşüncesiyle çemberini tamamlıyor. Bu üretim biçimini var eden makineleşme ve bilimsel sıçrama Harari’nin de belirttiği gibi “tüm dünyayı doyuracak bolluğu” potansiyel olarak yaratabilir. İnsanların bu sisteme güvenmesinin nedeni budur. Olanaklara rağmen açlığın tüm gezegende giderilemiyor olması ise yine kitapitalizmin yapısıyla ilgilidir.
</p>
<p>Kapitalizmin sorunu beyaz ve mavi yakalı işçileri sömürerek zenginleşmesiyle sınırlı değil. Sistem kendisine yüklenen teknoloji-refah beklentilerini asla karşılayamayacak bir handikapa sahiptir. Üretim sürecindeki ileri teknoloji gelişiminin ürünlerini emebilecek geliri yaratamaz. Teknolojik gelişme işgücünden tasarruftur ve topluma işsizliği dayatır. Üretilen ürünlerin satılamaması sorunu ortaya çıkar. Bu durumda sistemin tamamen makinelere/teknolojiye dayalı bir üretim safhasına geçme çabası gerçekleşemez. Dolayısıyla bu üretim biçimi, kendi iç çelişkileri nedeniyle, teknoloji geliştirse de daima ekomomik krizlere gebedir ve bu dönemler insanlığın ürettiği zenginliği yok edecek bir şekilde işleyebilir. Genelde bu işleyiş savaşı çağırır.
</p>
<p>Dolayısıyla Harari’nin kapitalizm eleştirisi kimi durumlardan şikayet etmekten öteye gitmiyor. Devrimci-toplumcu çözümü çarpıtarak yok sayıyor ve ahlaklı kapitalizm tavsiyesinden başka bir şey söylemiyor. Cüretli bir ateist ve ölçülü bir kapitalist sistem eleştirmeni olan Harari, son kertede “bize ne söylüyor?” diye bakınca gördüğümüz “mutlu olun” çağrısı. Kendi izleğinden devam ederek “mutluluk da bir mit değil midir” sorusuna cevap arayanları sessizlik bekliyor. O zaman hayal etmekten korkmayalım, ama bunun gerçeklikle ilişkisinin de farkında olalım, diyebiliriz.
</p>
<p>Kendi türümüz de dahil, türleri esir almadan doğal bir yaşam döngüsünün yolunu düşüneceğiz, keşfedeceğiz. Belki evrende maddenin kendiliğinden yarattığı olasılıkların ötesinde bir soyutlama becerisi kazanmış yapay zihinlerin üreteceğiz ve bir sonraki zorlamayı bekleyen yeni sınırlar oluşacak. Doğaüstü şeyler değil, yeni ve farklılaşmış doğal biçimler oluşacak. Diyalektiğin dansı çok görkemli olabiliyor. Bugünü kurma cüreti komünistler için bu gelecek öngörüsüne de dayanıyor.
</p>ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-8036991024221974142016-08-30T01:00:00.007-07:002023-04-04T13:18:11.931-07:00Sapiens'in günahları IV - Tarih yönsüz mü?<p>İnsan algısı için sonsuz olan zamanın içinde, insanlığın kültürel evrimini anlamlandırdığımız sürece insanlık tarihi diyoruz. İnsanlık tarihinin Homo cinsinin tümünü kapsadığını düşünebiliriz. Çok açık ki bu 2 milyon yıllık süreç içerisinde hem biyolojik, hem de kültürel büyük değişimler var. Bu tarih süreci içinde kültürel değişim, biyolojik değişimin önüne geçiyor ve başlıca belirleyen haline geliyor.
Bu kültürel değişimlerin kaynağı nedir? Bir mantığı var mıdır? Etkileşenler nelerdir, belirleyici güçler nelerdir? Tarihi inceleyerek bunları anlamaya çalışıyoruz.</p>
<p>Harari kitabında insanın hareket etmesinin, kurguladığımız hayallerin imkan verdiği işbirliği sayesinde mümkün olduğunu söylüyor. “İnsanların yaşamlarını örgütleyen temel düzenin aslında sadece hayallerinde var olduğunu” iddia ediyor ve bu hayal dünyası içinde “imparatorlukları, parayı ve dinleri yarattık,” diye örnekliyor. Bu toplam, türemiş alt başlıklarıyla birlikte bütün kültürümüzü oluşturuyor, diyor. İyisiyle kötüsüyle asla “öngörülemeyen kaotik bir tarih akışı” bulunduğunu söylüyor.</p>
<p>Peki tarihsel değişimin kaynağını nerede görüyor? Fikirlerin, kültürlerin bireyler, toplumlar veya çıkar grupları arası çatışmalarla değiştiğini söylüyor. Tarihin devinimini bu nokta ile açıklıyor; çatışmalar “kültürün motoru, türümüzün yaratıcılığının başat sebebidir” diyor. Harari’ye göre neyin, neyle, neden çatıştığını önceden bilemeyiz, dolayısıyla tarihin rastgele bir akışı var.
</p>
<p>Çatışma ve esasında çelişkilerin devindirici güç olduğunu kabul ettikten sonra bir adım öteye gidebiliriz. Şunları sorabiliriz: Çelişkiler nasıl ortaya çıkıyor? Hayaller arasında seçilim nasıl oluyor? Ona değil de bu hayali anlatıya insanlar nasıl ikna oluyor? Hayallerin“kıyaslayamayacağımız güzelliğine”, “nasıl oluştuğunu bilemediğimiz gücüne” göre mi kalıcılaştıklarını düşüneceğiz?
</p>
<p>Harari bunları bilemeyeceğimiz fikrinde ısrarcı. Neredeye, farklı kişilik sahibi insanların kaprisleriyle dünyanın şekillendiğini düşünecek. “İlerleme yoktur” ve “tarihin akışı yönsüzdür” düşüncesinin kitabın özünü oluşturduğu çıkarsanabiliyor.
</p>
TARİH GERÇEKTEN YÖNSÜZ MÜ?
<p>Oysa, geniş ölçekte bakıldığında tarihte ortak ve öngörülebilir örüntülerin varlığı apaçık ortada. Bunu örneğin, Harari’nin “Tarihin en büyük aldatmacası” diye nitelediği tarımın tarihinden iyi biliyoruz.
</p>
<p>Tarım ve yerleşik yaşama geçiş, dünyanın farklı bölgelerinde, farklı devirlerde, birbirinden bağımsız ya da yarı bağımsız olarak tekrar tekrar yaşanıyor: Mezopotamya’da, Uzak Doğu’da, Batı Afrika’da, Orta Amerika’da, Okyanusya’da. Harari saydığımız bazı bölgeleri söylüyor, bazılarından habersiz görünüyor. Daha önemlisi buradaki ilişkili yönelimi görmüyor. Bu derece karmaşık bir sürecin bu derece tekrarlanmış olması, tesadüf olmadığını gösteriyor.
</p>
<p>Tarıma geçen toplumlarda, zamanla artan üretim ve nüfusun, yine birbirinden bağımsız olarak, insan toplulukları içinde daha karmaşık yapılar ve sınıfsal farklılaşmalara yol açtığını arkeolojik ve antropolojik çalışmalardan biliyoruz. Yine bir ortak örüntü. Bu aşamadan sonra da toplumlardaki çelişki ve çatışmaların başlıca dinamosunun bu sınıfsal farklılaşmalar olduğunu, toplumda hakim düşünceleri asıl belirleyenin bu çatışmalar haline geldiğini biliyoruz.
</p>
<p>Burada, son otuz yılın postmodern kavramsallaştırmasını Harari tekrarlıyor. Bir düşünce veya hayalin diğerlerinden iyi olduğunu ölçemeyeceğimizi ve dolayısıyla daha gelişkin düşüncelerin oluşamayacağını söylüyor. Örneğin “Hammurabi Kanunları’nda hiyerarşi ilkesi” olmasıyla “Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde tüm insanların eşit yaratıldığı” düşüncesinin yazılması arasında bir fark bulunmadığını ileri sürüyor. Özetle “dün ilk fikre inanıyorduk ve o iyiydi, bugün ikinci fikre inanıyoruz ve bu iyi,” diyor. Bu iki düşünce arasındaki gelişkinlik farkını, farklı bireysel faydalara biat eden insan kültüründe görüyor. İnsanlık, uçuşan düşünceler arasında, daha işlevsel olanın yolu açması sayesinde ve ihtiyaçları karşılayan düşüncelerin peşinde ilerliyor, diyebiliriz.
</p>
DÜŞÜNCENİN MADDİ TEMELİ
<p>Bu noktayı biraz daha açalım. Harari ve benzerleri ile ayrışma, epistemolojide oluyor: İdealist veya materyalist düşünce. İdealizm arabayı atın önüne koymak gibidir. Konumuz bağlamında, nasıl ki bilişsel yetenek için biyolojik donanımın evrilmesi gerekliyse bir düşüncenin de ortaya koyulabilmesi için onu üretebileceğimiz çevresel koşulların olgunlaşması gereklidir. Düşünceyle var olanın bir miktar ötesini hayal edebiliriz. Ama ilk önce var olan koşulları kavrayıp çelişkilerini ve onların sınırlarını belirlememiz gerekir. Mevcut koşulların çelişkileri sistem tarafından artık taşınamaz hale geldiyse, dönemin yarattığı olası düşüncelerin güçlendirdiği nesnellikteki mücadele ile ileri sıçrama gerçekleşebilir. Bu tarihsel materyalist yaklaşımdır.
</p>
<p>Harari bu yaklaşımdan her durumda rahatsız olduğunu “antik çağlarla ilgili açıklamalarda materyalist ekol öne çıkmaktadır” diyerek ima ediyor. Bu yaklaşım yerine “inançla,” yani üretilen mitle yaşamın şekillendirildiğini kanıtlamaya uğraşıyor. Düşünceyle somutluk arasındaki diyalektik ilişkiyi kavrayamıyor. Dolayısıyla kültürel evrimdeki üretim aletlerini ve bunların gelişimini önemsiz görüyor.
</p>
<p>Tarıma ve yerleşik hayata geçiş sürecini ele alalım. Harari bunu habitat ve iklim değişiminin zorlamasıyla gerçekleşen bir ilerleme olarak düşünmüyor. Daha çok buğday arzusundaki insanın buğday tarafından esir alınması biçiminde tarif ediyor.
</p>
<p>Harari tarım toplumlarının, avcı-toplayıcılardan daha dar beslendiklerini ve daha sağlıksız olduklarını söylüyor. Gerçekten de bunu destekleyen birden fazla gözlem var. Ama tarım, insanlığa zarar vermesine rağmen, boş bir arzu uğruna yayılmadı. Yayılmasının nesnel sebepleri vardı. İnsan yarattığı yeni üretim biçimi ve üretim araçlarının gelişkinliği sayesinde daha çok ürün elde edebildi. Bu, tüm topluluklarda ve aniden gerçekleşen bir değişim değildi elbette, ancak bir topluluğun, kendini idamesi için gerekenden fazla ürün elde ettiği bir yaşam biçimini benimsemesi, ayrıca benimseyenlerin, benimsemeyenlerden daha fazla üremesi yalnızca doğal.
</p>
<p>Bu tip toplumlar daha çok üremekle kalmadı, aynı zamanda bunlarda işbölümü çeşitlendi. Koşullar bir yandan farklılaşmayı bir yandan hiyerarşiyi doğurdu. Dahası, tam da tarım sayesinde ortaya çıkan boş zamanda insan düşüncesi üretimden daha bağımsız gelişebilmeye başladı. Tıbbın, mühendisliğin, bilimin kökenleri, yani insanlığın ortalama yaşam süresini bugün 70 yaşına çıkaran teknolojik ilerlemelerin temeli burada.
</p>
Bu nedenle gezici bahçelerle başlayan çiftçilik büyük bir sıçramadır, bir devrimdir.
<p>İnsanlık tarihindeki diğer değişimi Harari bilimsel gelişmelerde görüyor. Bunu “cehaleti kabul eden modern kültürün, bilimsel keşiflerin bize yeni imkanlar sunabileceği” yönündeki ilerleme idealiyle açıklıyor. “Emperyalizm ve kapitalizm”in bilgiye yatırımla sermaye biriktirdiğini, kazanç elde ettiğini söylüyor. Neden bu gelişim Avrupa da oldu? Cevap, “çünkü onlar bu ideale inandılar” cümlesinden öteye gitmiyor. Bilgi toplama ve bilimsel gelişmelerin üretim sürecinin ihtiyaçlarını karşılamaya denk düşmesini, böyle bir ilk itkiyi yok sayıyor.
</p>
<p>Önce İspanya, İngiltere ile başlayan ve daha sonra İspanya’nın gerileyip Hollanda’nın katıldığı, yeni toprakları sömürgeleştirme süreci nesnelliğin zorlamasına dayanıyordu. Avrupalıların yeni kıtalara yayılma sürecinin, vergi ve gümrükle birikim yapan Osmanlı İmparatorluğu’nun İstanbul’u almasının hemen ardından başlaması tesadüf değildi. Dönemin hakim sınıfına, tıkanan ticaret yollarının aşılması için deniz yolculuklarına para yatırılması, bilgi edinmeyi ideal olarak görmeye başlamaktan daha çok bir ihtiyaca denk düşüyordu.
</p>
<p>Kapitalist üretim biçimiyle birlikte toprağa bağımlı üretim biçiminin değiştiği koşullar yaygınlaştı. Zanaat ve ticaretin gelişimi, ileride gerçekleşecek Sanayi Devrimi'nin temellerini attı. Burjuvazinin iktidar mücadelesi, kağıt üzerinde de olsa, bir efendiye bağımlı olmayan insan fikrinin yolunu açtı, aydınlanmacı düşünce bu koşullarda olgunlaştı. Ve en önemli değişim: İnsanlar kitlesel hareketlerle kendi tarihsel çıkarları doğrultusunda tarihin akışını belirlemeye başladılar.
</p>
CENNET VE CEHENNEM
<p>Tarım devriminden bugüne üretim biçimlerinin yarattığı çelişkilerin doğurduğu devasa çatışmalarla tarihsel ilerleme gerçekleşti. Bir yanda üretenin tüketeceğinden fazla olan kısmına, yani artı ürüne el koyan yöneticiler, üretim araçlarına sahip zenginler, diğer yanda emeğini satmaya mahkum geniş kesimler yarattı. Bu ilişki bugüne gelirken giderek karmaşıklaştı. Bu basit aletlerin üretim ilişkileri üzerinden türevi alınınca ortaya “sınırlı sorumlu şirketler” dahi çıkabildi.
</p>
<p>Yazarın dediğini biraz değiştirerek “cennet de cehennem de” bizim ellerimizde. Bilinçli varlıklar olarak gelişkin düşüncelere kavuştuğumuza göre daha iyi bir toplumsal ilişkiler ağı, bir işbölümü sistemi kurgulayabiliriz. Bu kurgunun gerçekleşmesi için günümüzdeki somut ilişkilerin dönüşmesi gerekiyor. Yeni bir üretim biçimi gerekiyor. Tüm üretim araçlarının tüm topluma ait olduğu bir sistem. Böylece üretimimiz üzerinde toplumsal faydayı gözeten bir planlama ve bölüşüm ağı oluşturabiliriz.
</p>
<p>Ne Hammurabi, ne de köle sahibi Jefferson tüm insanlık için bir ortak gelecek vaadedemiyorlardı. Bugün komünizm tam da böyle bir geleceğe işaret ediyor. Devletin, sınıfların, sınırların, dinin olmadığı bir sistem. Şimdi, bütün bu ideolojiler birbirinin dengi, diyebilir misiniz?
</p> ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-26139811810735228902016-08-30T01:00:00.005-07:002023-04-04T13:17:42.964-07:00Sapiens'in günahları III - İnsanın ekolojik rolü<p>Canlılık tarihi, aynı zamanda var oluş ve yok oluşların tarihi. Canlılığın 4 milyar yıl önce ortaya çıkışından itibaren birçok türün soyunun tükendiğini biliyoruz. Öyle ki bugün yaşayan milyonlarca ökaryot türü, dünya tarihinde evrilmiş türlerin %1’ini bile muhtemelen temsil etmiyor.</p>
<p>Dünya tarihinde çok sayıda kitlesel yok oluş da yaşandı. Bunlardan en ünlüsü dinazorların yok olduğu 65 milyon yıl önceki vakaydı, ama çok daha vahim yok oluşlar da biliniyor: Örneğin 250 milyon yıl önce yaşanan bir vakada ise dönemin türlerinin %90 ila 96’sının yok olduğu tahmin ediliyor. </p>
TÜRLER NASIL OLUŞUR VE YOK OLUR?
<p>Yeni bir tür aslında her zaman, daha önce yaşayan bir türün devamıdır. Yani bir anda, sıfırdan doğmaz. Ama bir popülasyon genetik sürüklenme ve doğal seçilim süreçleri sonucu atasından veya yaşıtı olan akraba popülasyonlardan farklılaşabilir. Farklılık büyükse, örneğin at ve eşekte olduğu gibi doğurgan döl vermeye engelse, bilim insanları bu iki canlı grubunu farklı birer tür sayar. </p>
<p>Türleşmeyi hızlandıran doğal seçilim, fiziksel ve biyolojik çevresel koşullarla şekillenir. Milyonlarca yıl içerisinde çevre koşullarının sabit kalması pek mümkün değildir. Dünyanın yapısı ve iklimi sürekli değişir, ayrıca bir canlı soyunun etkileştiği diğer türler de sürekli değişir. Çevresel değişim sürdükçe, türler de hızlı ya da yavaş değişirler, bazen yeni türler doğar, bazen de yok olurlar.</p>
<p>Av-avcı ilişkisini ele alalım. Daha önce aynı çevreye uyum sağlayarak türünü milyonlarca yıl devam ettirebilen toplulukların, ortaya çıkan yeni bir avcı nedeniyle yok olabildiğini gözlemliyoruz. Örneğin Pasifik adalarına varan sıçanların buradaki yerli kuşların yumurtalarını yiyerek çok sayıda türü yok ettikleri biliyoruz. Tersine, bir avcının yok olması bir soyun çoğalıp ve çeşitlenmesine izin verebiliyor. Örneğin on milyonlarca yıl dünya üzerinde hâkimiyet süren dinozorların değişen çevre koşullarının etkisiyle 65 milyon yıl önce yok olması, memeli türlerin sayısında büyük bir artışa sebep olmuştu. </p>
<p>Bir diğer önemli ekolojik dinamik konak-patojen ilişkisi. Öldürücü veya sömürücü solucanlar, mantarlar, bakteriler ve virüsler genelde çok hızlı evrildikleri için konak popülasyonları üzerinde sürekli bir tehdit. Mesela geçen binyılda Amerika’da tüberküloz, Avrupa’da veba büyük nüfus kesimlerini kırmıştı. Eğer önlem alınmasaydı, HIV’in günümüz insan nüfusunun önemli bir kısmını yok etmiş olacağını tahmin edebiliriz. Hastalıkların tüm bir popülasyonun soyunu tüketebildiği, Christmas Adası’nın yerli sıçanlarını yok eden tripanozom gibi örneklerden biliniyor.</p>
<p>Bu tip yok oluş süreçlerinde, türün her bir üyesinin aynı sebepten ölmesi gerekmiyor. Koruma ve evrim biyolojisi araştırmaları, bir türün nüfusu belli bir rakamın altına indiğinde kendileşme, yani akrabalar arası çiftleşme sonucu türün kendi kendine tükenme yoluna girdiğini gösteriyor. Sayısı birkaç düzinenin altına düşen bir türü kurtarmak ancak çok özel önlemlerle mümkün olabiliyor. Kendi başlarına bırakılırlarsa yok oluyorlar.</p>
YOK EDEN SAPİENS
<p>Homo sapiens Afrika savanlarında ortaya çıkan ve bu çevreye göre şekillenmiş bir türdü. Bir noktada, diğer birçok canlı türü gibi göç etmeye başladı. Doğal olarak göç ettiği çevrede yeni bir avcı türü veya yeni bir av olarak her şekilde denge koşullarını değiştirdi. Ancak Homo sapiens’in diğer canlılardan farkı, keşfettiği yeni yerlere sosyal kültürü sayesinde hem çok hızlı uyum sağlaması hem de çevre koşullarını değiştirebilmesiydi. </p>
<p>Sapiens, 100 ila 50 bin yıl önce hem anavatanı Afrika’da, hem de dünyanın farklı kıtalarında yayılmaya başladı. Sapiens’in bu süreçte karşılaştığı zorlukları aşmak için kullandığı yöntemler, esnek beyni ve sosyalliği sayesinde bir kaplanınkinden, hatta diğer maymun ve insansı türlerininkinden de farklı olmuştur. Bu da modern insanın zaman içinde Dünya’da en baskın, en yaygın, biyokütlesi en yüksek soylardan biri haline gelmesine yol açtı.</p>
<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://haber.sol.org.tr/sites/default/files/images/2016/08/26/sapiens_3_spreading_homo_sapiens.png" style="display: block; padding: 1em 0; text-align: center; "><img alt="" border="0" width="400" data-original-height="376" data-original-width="800" src="https://haber.sol.org.tr/sites/default/files/images/2016/08/26/sapiens_3_spreading_homo_sapiens.png"/></a></div>
<dir><i>Modern insanın yayılışı Afrika'dan yayılışı. Kırmızı bölge ve oklar modern insan popülasyonlarının çıkış bölgesi ve hareketlerini, turuncu bölge Neandertallerin ve sarı bölge Homo erectus türlerinin 100 bin yıl önce tahmini yayılım alanlarını gösteriyor. Rakamlar, modern insanın atalarının farklı bölgelere ulaştığı tarihleri gösteriyor.</i></dir>
<p>İnsanın çevresini dönüştürme ve yeni doğal kaynaklara ulaşma yetisi, avcı-toplayıcı gruplarda bile, başka herhangi bir canlıya göre çok yüksekti. Ama bu yeti, tarım ile birlikte bir üst seviyeye çıktı ve müthiş hızlandı.</p>
<p>Harari’nin işaret ettiği gibi, bu faaliyetlerin doğrudan veya dolaylı yoldan çok sayıda türün yok olmasına neden olduğu bir gerçek. İnsan kaynaklı yok oluşların avcı-toplayıcı dönemden başlayarak yaşandığını, tarımla ve nüfus artışıyla hızlandığını biliyoruz.</p>
HARARİ NEREDE YANILTIYOR?
<p>Ancak Harari’nin sürekli olarak insan yıkıcılığına vurgu yapması, “suçu sabit,” diyerek insanı mutlak olarak mahkum etmesi, birden fazla sebeble kabul edilebilir bir yaklaşım değil. </p>
<p>Birincisi, Harari’nin anlatısı gerçekçilikten uzak. Doğa tarihinin doğru bir aktarımı dinamik çevreyi yok sayamaz; yani insan olmasaydı da türler, pek çoğu daha düşük bir hızda bile olsa, yok olacaklardı. Harari’ninki gibi abartılı yaklaşımlar, kamuoyunun zihninde “mutlak uyum içinde bir doğa varolduğu” algısının oluşmasına yol açabiliyor, ki bu bilimsel olarak geçerli değil. </p>
<p>Ama çok daha önemli bir nokta var.</p>
<p>Nasıl ki bugün bir Almanı, bir ABD’liyi, bir Türkiyeliyi, bireysel olarak, geçmişte ülkelerindeki hakim sınıfların akıl hocalığında yaşanmış kanlı olaylar, mesela soykırımlar nedeniyle suçlamak abes ise, suçlananda yapıcı olmayan bir ruh hali doğuracaksa, bugünün insanlığını da geçmiş tür kırımları nedeniyle suçlamak o kadar abes. Nitekim çevre ve başka türlerin akıbeti konusunda duyarlılık, aslolarak 20. yüzyılın ikinci yarısında gelişti ve toplum düzeyinde yaygınlaştı.
</p>
<p>Toplumu doğru yönde etkilemeye çalışan bir tarihçinin vurgulaması gereken, insanları olmayan suçlarla itham etmek değil, "bugün ne yapmalı," sorusuna yanıt aramak olmalı. Birkaç öneri sunabiliriz.</p>
<p>Birincisi, eğer tarihten bugüne dair ders çıkaracaksak, nüfus artışını, sermaye güdümünde plansız büyümeyi veya burjuva tüketim kültürünü masaya yatırmak gerekiyor. </p>
<p>İkincisi, bugün insanlık hiçbir türün yapmadığı biçimde, kendi biyolojik güdülerini kontrol edebilen, insanlık adına veya başka türler adına kendi biyolojik doğasına müdahale edebilen kültürler üretebiliyor. Nüfus planlaması ve doğum kontrolü veya veganlık gibi. Bu kültürlerin doğru ve kamusal düzeyde etkili biçimde geliştirilmesi sayesinde insanlığın başka türlerle uyumunu artırarak varlığını sürdürmesi mümkün olabilir. Bunu hatırlatmak gerekiyor.</p>
<p>Üçüncüsü, insanın doğa üzerindeki etkisinin farkına varılmasının gerisinde ekologların, koruma biyologlarının ve evrimsel biyologların onyıllardır süren çabaları, türlerin etkileşimleri ve değişimleri konusunda üretilen ciddi bilgi birikimi yatıyor. Bu birikim sayesinde, doğal çevreyi, kendi haline bırakıldığında olacağından belki daha etkili koruyabilecek, örneğin yabani koşullarda nesli tükenecek bir türü kurtarabilecek araçlar geliştirmekteyiz. Bu birikimin önemini ve geliştirilmesi gerektiğini vurgulamak gerekiyor.
</p>
<p>“Hepimiz suçluluyuz” düsturuysa, hem dikkati yapılması gerekenden uzaklaştırıyor, hem de insanlık adına hakim sınıfların bundan sonra işleyebileceği suçları normalleştirmiş oluyor! Yani deyim yerindeyse Harari, sol gösterip, sağ vuruyor.
</p>
NEANDERTALLERİN YOK OLUŞUNUN SORUMLUSU BİZ MİYİZ?
<p>Son olarak, Harari’nin vurgu yaptığı Neandertallerin yok oluşunu ele alalım. Bu, bilim camiasında halen tartışılan bir konu. </p>
<p>Neandertallerin batı Avrasya’da son izlerinin ortadan kalktığı 30 bin ila 19 bin yıl öncesinden söz ediyoruz. Kısaca özetlersek, söz konusu dönemde dünyada ciddi değişimler olduğunu biliyoruz. Bu dönem Son Buzul Çağı’nın sonunu kapsıyor. Neandertallerin yok oluşu da bu döneme denk geliyor. Buzul çağları sadece havanın soğuyup, her tarafın buzla kaplanması anlamına gelmez. Yapılan çalışmalar, bu dönemlerde havadaki karbondioksit miktarında, yani hem iklimde hem de canlılar dünyasında dramatik değişiklikler olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla halihazırda varolan koşullara uyum sağlamış bir türün, eğer esnek bir uyum yeteneği yoksa, böyle bir geçiş döneminde yok olması şaşırtıcı sayılamaz. </p>
<p>Özellikle de cüssece büyük, nüfusça küçük türler, çevresel değişim dönemlerinde soyları ilk tükenenler arasında yer alıyor. Mamutlar veya mağara ayıları gibi. Cüssece büyük olmaları, birey başına yüksek miktarda yiyecek ihtiyacı nedeniyle kıtlıklardan çabuk etkilenmelerine, sayılarının az olması, hastalık gibi rastgele olaylardan kolay etkilenmelerine neden olur.</p>
<p>Neandertaller de bu kategoriye giriyor. Yani her ne kadar alet kullansalar ve ciddi bir kültürel aktarım kabiliyetine sahip olsalar da, küçük nüfusları ve yoğun kendileşme nedeniyle, çevresel değişimlerden ve hastalıklardan en hızlı etkilenebilecek türler arasındalar. </p>
<p>Son Buzul Çağı’nda Neandertallerin bir sorunu daha vardı. Yaşam alanlarını kendilerine çok benzer bir türle paylaşmaya başladılar. Bu tür, Harari’nin anlatısında, Neandertallerden daha esnek uyumsal yeteneğe sahip olmuş olabilecek Homo sapiens idi (iki tür arasındaki bilişsel ve kültürel farkların tahmine dayandığı unutmamalı). Bu zor iklimsel değişim döneminde, sınırlı olan besin kaynaklarını yeni gelen modern insanlarla paylaşmak zorunda kaldılar.
</p>
<p>Dahası Buzul Çağı sadece insan türlerini değil, Neandertallerin binlerce yıldır av olarak gördüğü diğer canlı türlerini de tehdit ediyor, bir bir yok ediyordu. Böylece besin miktarı daha da azalıyordu. Son yapılan çalışmalar, bu baskının Neandertallerin kendi insanlarını yemelerine bile yol açmış olabileceğini ima ediyor (gerçi ölü yeme adeti pek çok insan kültüründe mevcuttur).
</p>
<p>Dolayısıyla Neandertallerle Homo sapiens grupları arasında fiziksel çatışma olmasa bile, aralarındaki besin rekabetinin Neandertallerin soyunun tükenmesine yardımcı olmuş olması mümkün. Yani iki tür, aynı ortamı paylaşan her tür gibi, gündelik yaşam mücadeleleri içinde birbirlerine dolaylı olarak zarar vermiş olabilir. Ama olmayabilirler de, bilemiyoruz.
</p>
<p>Bir başka senaryo daha var. En az iki yüz bin yıldır batı Avrasya’da yaşayan Neandertaller, modern insanların Afrika’dan taşıdığı yeni patojenlere maruz kalmış olabilir. Bu şaşırtıcı olmaz, çünkü genelde sıcak iklimlerde mikrop çeşitliliği daha yüksek olur. Yani atalarımıza daha önce bulaşan ve atalarımızın doğal seçilimle, yani kırıla kırıla bağışıklık kazandığı mikroplar, bu sefer Neandertalleri kırmış olabilir. Tıpkı Eski Dünya’dan gelip Amerikan yerlilerini kıran tüberküloz gibi. Neandertallerin nüfusları küçük olduğu için bu salgının etkisi dramatik olacaktır.
</p>
<p>Ama buna biyolojik bir savaş diyemeyiz. Fiziksel bir savaştan da bahsedemeyiz. İki türün birbirini bilinçli olarak yok etmeye çalıştığını varsaymak için elimizde somut ve tartışmasız tek bir delil yok.
</p>
HARARİ’Yİ MAZUR GÖRÜN!
<p>Harari’yse bizi bu iki türü, birbirleriyle düşmanmışçasına karşı karşıya koymaya, bir tür etnik çatışma hayali kurmaya çağırıyor. Bir yanıyla, "etnik saldırganlık ezelden beri vardı," demeye getiriyor. Saçmalık.
</p>
<p>Ama belki yazarı mazur görmemiz gerek. Nitekim dünya kapitalizminin yarattığı en büyük felaketlerden birinin, 60 yıllık tarihi neredeyse tamamen savaş ve katliam dolu, nüfusun neredeyse tümümü yarı-profesyonel asker ve paranoyak yapmış, “insanlığın ortak geleceği” ve “kardeşlik” gibi ülkülerin küçük bir azınlık dışında esamesinin okunmadığı, zavallı bir ülkenin, İsrail’in entelektüel çocuğu kendisi. Tabii bunu söylerken, İsrail'in çok sayıda sosyalist aydın yetiştirdiğini, ülkede Arap ve Yahudileri bir araya getiren komünist örgütlerin halen canla başla mücadele ettiğini hatırlatmamız gerekiyor. Ne yazık ki Harari, bu aydınlardan değil.
</p>
Ezgi Altınışık - Mehmet SomelZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-34785867294234685682016-08-30T01:00:00.003-07:002023-04-04T13:17:14.537-07:00Sapiens'in günahları II - Bütünlüklü bir insan tarihi<p>Kitabın ilk bölümünde, insanın ortaya çıkışı ve diğer türlerle ilişkisi kitabın diğer bölümlerine göre hızlı ancak derli toplu incelenmiş. Ancak burada ufak tarihlendirme hatalarını düzeltmekte yarar var. Bugün -ve kitabının ilk baskısının yapıldığı 2011 yılında- modern insanın ilk kez yaklaşık 200 bin yıl önce Afrika’da tarih sahnesine çıktığı biliniyor. Ek olarak, Homo sapiens’in diğer insan türlerinden ayrıldığı dönemler artık genetik çalışmalarla belirlenebiliyor. Yazarın da kitapta atıf yaptığı, 2010 yılında Neandertal taslak genomunun yayınlandığı çalışmada, Neandertal-Homo sapiens ayrışmasının yaklaşık 300-400 bin yıl önce gerçekleştiği hesaplanıyor. Daha sonraları yapılan genetik çalışmalar, Neandertallerle ayrışmamızın yaklaşık 480 bin yıl önce gerçekleştiğini gösteriyor; bu da fosil kaydıyla uyumlu bir tahmin. </p>
<p>Afrika'da evrilen Homo sapiens’in, son 100 bin yıl içinde birden fazla Afrika’dan çıkış denemesi yaptığını biliyoruz. Bunlardan 100 bin yıl önce gerçekleşen ilk deneme, Arabistan Yarımadası civarında sekteye uğruyor ve ileriye gidemiyor. Bu yıl yapılan bir çalışmada, bu çıkışla birlikte modern insanların muhtemelen Levant bölgesinde ilk kez Neandertallerle karşılaşıp çiftleştiği gösterilmişti. Bugün Afrikalı olmayan toplumların bildiğimiz kadarıyla tamamı Neandertallerden bir parça taşıyor.
</p>
BÜTÜNLÜKLÜ BİR İNSAN TARİHİ ALGISI
<p>Harari’nin daha ilk bölümde belirttiği “önemsiz bir varlık olarak insan” vurgusu aslında bilim tarihinde de önemli bir yere oturuyor. İnsan-merkezci yaklaşımların bilim dünyasından uzaklaştırılması bilim tarihinde ortak bir örüntü. Mesela insan-merkezci yaklaşım, bilimde “Dünya merkezli Güneş Sistemi” ve “insan-merkezli canlılık tarihi” fikirlerinin temellerindendi. Orta Çağ kültürünün önemli parametreleri olan bu yaklaşımların bugün tamamen yanlışlandığını biliyoruz. Aynı şekilde, burjuva düşün dünyasının ürünü olan “ben-merkezli toplum yapısının" da daha bütünlükçü sosyal teorilerle zamanla aşılacağı tahmin edilebilir. Ancak Harari, insan-merkezcilikten uzaklaşma çabasını, insan bilincini ve yarattığı kültür dinamiklerini dışlamak için kullandığında anlamsız bir tablo doğuyor.</p>
<p>İlk kısımda görece hızlı ancak etkili ve bütüncül yaklaşımla insan tarihi özetleniyor. Ancak ilerleyen bölümlerde bu yaklaşımdan bir kopuş olduğunu görüyoruz. Bunu somutlamak üzere, kitapta bilincin evriminden bahsedilirken beynin biyolojik ve kültürel evriminin bağlamından nasıl koparıldığını ve yazarın bilim-dışı denilebilecek bir pozisyona nasıl savrulduğunu inceleyeceğiz. </p>
30 BİN YIL ÖNCE BEYNİ DEĞİŞTİREN MUTASYONLAR?
<p>“Bilişsel Devrim, 70 ila 30 bin yıl önce ortaya çıkan yeni düşünce ve iletişim
biçimleri anlamına gelir. Sebebi kesin olarak bilinmemekle birlikte, en çok
kabul gören teoriye göre genetik mutasyonlar Sapiens’in beyin iç yapısını
değiştirerek, daha önce mümkün olmayan şekillerde düşünmelerini ve tamamen yeni
dillerle iletişim kurabilmelerini sağladı. Bilgi Ağacı mutasyonu adını
verebileceğimiz bu mutasyon, neden Neandertal yerine Sapiens’in DNAsında
gerçekleşti? Bilebildiğimiz kadarıyla bunun sebebi tamamen tesadüf, önemli
olansa Bilgi Ağacı mutasyonunun sebeplerinden ziyade sonuçlarını anlamak.”</p>
<p>
Yukarıda alıntılanan paragraf, aşağıda ortaya koyacağımız bir dizi önemli bir hatayı barındırıyor.
</p>
<p>Birincisi, beyin ve bilişsel kapasite gibi karmaşık özelliklerin türler arasında evriminin tek bir mutasyona dayanmadığını her biyolog ve antropolog bilir. İnsanda beynin evriminin de tek bir mutasyonla olmadığını, birçok faktörün bir araya gelmesiyle bugünlere geldiğini biliyoruz. 2 milyon yıldır bu sürecin hız kazandığını, hem fosil kaydında beyin hacmindeki değişimlerden, hem de alet kültüründeki değişimlerden görebiliyoruz.
</p>
<p>Şimdiye kadar yapılan çalışmalar, beynin evriminde birçok genin etkileşiminin rol oynadığını gösterdi. Bu genlerde meydana gelen bazı değişimlerin (mutasyonların) insan soyunda doğal seçilimle yaygınlaşması, beyin gelişiminin milyonlarca yıl içinde değişmesini sağladı. Beynin maruz kaldığı sosyal ortamların değişimi de bu evrim sürecini şekilllendirdi.
</p>
<p>Bir örnek, 2011 yılında farkedilen SRGAP2 geni mutasyonları. Yapılan çalışmalar, SRGAP2 geninin insan soyunda birden fazla kez ikilendiğini, ortaya çıkan kopya genin faaliyetinin de sinir hücrelerinin yapısını etkilediğini gösterdi. Spesifik olarak, kopyalanan genin aktivitesinin sinir hücrelerinin dallanmalarını arttırdığı görüldü. Bu yolla da aralarındaki iletişimin daha etkin hale gelmiş olabileceği düşünülüyor. Ayrıca insanda bulunan kopyanın toplum içinde çeşitlilik göstermemesi, SRGAP2’nin bugünkü insan beyninin işleyişinde önemli bir payı olduğuna işaret ediyor. Demek ki her sağlıklı insanda iki kopya gerekli.
</p>
İkilenen genler insan beynini nasıl şekillendirdi?
<p>
Bugüne kadar insan beyninin evrimi ile ilgili başka genler de bulundu. Bunların ortak özellikleri insan soyunda belirgin mutasyonlar geçirmiş olmaları ve bu mutasyonların beyin gelişimini etkiliyor olması. Bunlar arasında dil yetisiyle ilişkili FOXP2 genini veya beyin hacminin ve kıvrımlarının artmasına yol açtığı düşünülen ARHGAP11B genini sayabiliriz. Ancak daha keşfedilmemiş onlarca başka gende mutasyonlar olduğunu tahmin edebiliriz.
</p>
<p>Burada önemli bir nokta, FOXP2, ARHGAP11B ve SRGAP2 genlerinde keşfedilen değişimlerin Neandertal genomunda da bulunması. Bu da doğal, çünkü Neandertal beyni mutlaka modern insan beynini benziyordu; büyüktü, alet yapmaya, hatta sembolik davranışa yatkındı, vs. Dolayısıyla beyin evrimiyle ilgili değişimlerin çoğu 70 ila 30 bin yıl önce değil, en az 400 bin yıl önce, Neandertal ve modern insanın ortak atalarında yaşanmıştı.
</p>
<p>Harari'nin tarihlendirmesinde bir sıkıntı daha var. 70 bin yıl önce bugün yaşayan insan topluluklarının (Güney Afrika'da San popülasyonunun, diğer günümüz Afrikalılarının, Avrasyalıların) ataları birbirlerinden ayrışmışlardı bile. Dolayısıyla Harari'nin varsaydığı 70 bin yıllık mutasyonlar ancak belli bir topluluğa ait olabilir, tüm insanlığa değil. Böyle mutasyonlar bilinmiyor; bunları yalnızca ırkçılar varsayıyor.
</p>
GERÇEKTEN TESADÜF MÜ?
<p>
Bir diğer sorun ise "tesadüfi mutasyon" konusu.
</p>
<p>Evrim, her fen bilimcinin bildiği gibi, sadece mutasyonlarla değil, doğal seçilim, genetik sürüklenme gibi birçok faktörle yürüyen bir mekanizma. Mutasyonlar, yani DNA değişimleri tesadüfen gerçekleşir. Mutasyonlar bir popülasyon içinde tesadüfen yayılabilir (genetik sürüklenmeyle). Ama bir mutasyonun popülasyon içinde yayılması tesadüf olmayabilir de. Mutasyon, spesifik biyolojik ve fiziksel koşullarda canlının hayatta kalma ve üreme başarısını artırıyorsa, popülasyon içinde nesilden nesle öngörülebilir şekilde yayılabilir (pozitif doğal seçilimle).
</p>
<p>İnsan evriminde de bu koşullardan başlıca beşi, birbirini tetikleyerek beyinin evrimini de hızlandırdı: bipedalizm (iki ayaklılık), el-göz koordinasyonu, alet üretme, iletişim becerileri, yeni beslenme pratikleri, örneğin avlanma ve kök toplama. Bu beşli, insan beyninin hem fizyolojik hem de kültürel gelişiminde rol oynayan, aynı zamanda son 2 milyon yılda hacmi logaritmik şekilde artan beynin evrim hızını açıklayabilecek etmenler. Bu tip özelliklerin, çevre koşullarının istikrarsız olduğu savan ortamında yararlı olduğu düşünülüyor.
</p>
<p>İnsan soyunun 6-7 milyon yıldır süren evriminde binlerce gende toplam yüz binlerce mutasyon ortaya çıktı. Bu mutasyonlar arasında, atalarımızın yaşadığı ortamlarda yaşama ve üreme başarısını artıranlar doğal seçilimle yayıldı; yeni beyin gelişimi örüntüleri, yeni bilişsel yetenekler ve davranışlar evrildi. Örneğin öğrenme yeteneğinde gelişmenin daha gelişkin alet teknolojilerinin kültürel evrimine izin verdiği, bunun da daha zengin beslenme imkanları yarattığı biliniyor. Bu yeni davranışların yarattığı yeni ortamlarda, yine yeni faydalı mutasyonlar seçiliyordu. Yani bir mutasyonun yayılıp yayılmaması, tesadüfi etmenler kadar, çevresel koşullarla da alakalı.
</p>
<p>Harari'nin modern insana mahsus (Neandertalde ortaya çıkmayan) "Bilgi Ağacı mutasyonu" iddiasına dönelim.
</p>
<p>Yazarın söylediği gibi, modern insanda Neandertalde bulunmayan, beyin gelişimiyle ilgili bir dizi mutasyon gerçekleşmiş olabilir - bu kesin olmasa da, ciddi bir olasılık. Ama birincisi, bunlar 70 bin değil, tüm insanlığın ortak atalarında, yani en az 200 bin yıl önce ortaya çıkmış olmalı. Çünkü insan popülasyonlarının bilişsel yeteneklerinin benzer olduğu, gruplar arasında bugüne kadar genetik temelli davranışsal farklar olmadığı, olası farkların da çevresel olduğu düşünülüyor.
</p>
<p>İkincisi, bu mutasyonların modern insanın atalarında yayılmış olması tesadüf olmayabilir. Bu, modern insanın atalarıyla Neandertallerin ortam farklarıyla ilgili olabilir. Örneğin modern insanın atalarının Avrasya'da değil Afrika'daki (belki daha çetin, belki daha rahat) yaşam koşullarıyla ya da görece yüksek nüfuslu gruplar halinde yaşamalarıyla ilgili olabilir. Tesadüf olup olmadığını bugün kesin olarak söyleyemiyoruz; ama Harari'nin bilimsellikten uzak bir kestirmecilik sergilediğini rahatlıkla söyleyebiliriz.
</p>
AŞIRI İNDİRGEMECİLİK
<p>
Vurgulanması gereken bir nokta daha var. Evet, Harari’nin de bahsettiği gibi soyutlama, onun deyimiyle "hayal kurma", kültür oluşumunda önemli bir basamaktı, ancak herşey değildi! Yukarıda saydığımız etmenler olmadan, örneğin alet kullanımını hesaba katmadan ya da sosyal zekanın, öğrenme-öğretme yetisinin ve grup davranışının gelişimini hesaba katmadan modern insanın bilişsel evrimini anlayamayız.
Yazarın, kitabın ilk bölümünde bütünlüklü bir anlatım benimseyip kitabın kalanında bu yaklaşımdan vazgeçerek aşırı indirgemeci bir yaklaşım geliştirmesi şüphe uyandırıyor. Beynin ve bilincin evrimi o kadar karmaşık bir süreç ki, bunu “Bilgi Ağacı Mutasyonu” gibi tekil bir yapıya indirgemek, insan evriminde büyük değişim geçiren çok sayıda davranış arasında hayal kurmayı ve dedikodu yapmayı öne çıkarmak, böylece süreci bütünlükten koparmak, ilerleyen bölümlerdeki iddialarını desteklemek amacıyla seçilmiş bir yol izlenimi uyandırıyor.
</p>
Ezgi AltınışıkZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-40626627559615062112016-08-30T00:43:00.007-07:002023-04-04T13:20:53.169-07:00Sapiens'in günahları<div class="separator" style="clear: both;"><a href="https://haber.sol.org.tr/sites/default/files/styles/content_image_size_type4/public/sapiens_1_kapak2_0.jpg?itok=vqeNU8QH" style="display: block; padding: 1em 0; text-align: center; "><img alt="" border="0" width="320" data-original-height="450" data-original-width="800" src="https://haber.sol.org.tr/sites/default/files/styles/content_image_size_type4/public/sapiens_1_kapak2_0.jpg?itok=vqeNU8QH"/></a></div>
Bu dizide, tarihçi Yuval Noah Harari tarafından yazılan ve 2012 yılında yayımlanan, 2015 yılında Türkçeye çevirilen “Hayvanlardan Tanrılara Sapiens: İnsan Türünün Kısa Tarihi" adlı popüler bilim kitabını bir grup bilimci ve bilimsever eleştirel gözle inceliyor ve tartışıyoruz. Kitabın biyolojik ve toplumsal tarih üzerine savlarının eleştirisi beş bölümden oluşuyor. Birinci bölüm, yazarın temel tezinin, "hayal gücü sayesinde herşeyi kurgular ve yönetiriz" fikrinin eleştirisine odaklanıyor. İkinci ve üçüncü bölüm yazarın biyolojik evrimle ilgili yazdığı kısımdaki önemli eksikleri ele alıyor. Dördüncü bölüm yazarın tarihi inceleme yöntemi ya da yöntemsizliği hakkında bir eleştiri. Son bölüm ise kitabın, gelecek hakkında kapitalizmin sınırlarını aşamayan yaklaşımını ve bu yaklaşımın alternatifini işliyor.
<p>
I - <a href="https://www.blogger.com/blog/post/edit/2849569123889726961/419581372523462171" target="_blank">Cevap arıyoruz</a>
</p>
<p>II - <a href="https://www.blogger.com/blog/post/edit/2849569123889726961/3478586729423468568" target="_blank">Bütünlüklü bir insan tarihi</a>
</p>
<p>III - <a href="https://www.blogger.com/blog/post/edit/2849569123889726961/2613981181073522890" target="_blank">İnsanın ekolojik rolü</a>
</p>
<p>IV - <a href="https://www.blogger.com/blog/post/edit/2849569123889726961/803699102422197414" target="_blank">Tarih yönsüz mü?</a>
</p>
<p>V - <a href="https://www.blogger.com/blog/post/edit/2849569123889726961/5668058883702131424" target="_blank">Gelecek kurgusu</a>
</p>
<p>VI(EK) - <a href="https://www.blogger.com/blog/post/edit/2849569123889726961/1409217433420089079" target="_blank">Dilin evrimi üzerine tartışıyoruz...</a> </p>ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2849569123889726961.post-4250980477904397522016-05-27T09:49:00.002-07:002022-08-20T02:27:27.291-07:00Burgaz Ada'da Kuş Gözlem GezisiGÜNCEL: Gezimiz Adalı Dergisi yazarı Sema Askeri Uzuner tarafından kayıt altına alındı. <a href="http://www.adalidergisi.com/cms/adali-dergisi/2010-2019/2016/sayi-134-agustos-2016/makale/1513/burgaz-in-kuslari" target="_blank">Okumak için tıklayabilirsiniz!</a><br />
<br />
<br />
Sait Faik Abasıyanık Müzesi ve Nazım Hikmet Kültür Merkezi ortaklığı ile bu yıl Burgaz Ada'da düzenlediğimiz bilim atölyelerinin kapanışını kuş gözlem şenliği ile yapıyoruz.<br />
<div>
<br /></div>
<div>
Öğretmenler, veliler, tüm meraklılar katılabilir. Ama öncelik çocukların. Katılım yoğun olursa kuş gözlemciliği üzerine genel bir sunuşun ardından küçük gruplara ayrılacağız. Ben çocuklarla gezerken ilgilenenler adayı serbest gruplar halinde inceleyebilirler. </div>
<div>
<br /></div>
<div>
Doğa gözlemleri için bir dürbün edinmenin vesilesi olabilir bu etkinlik...</div>
<div>
<br /></div>
<div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDJQ9ASez50tALYcchCFgP5XyMo-C2eh5SkfWqiOPdazQTqgx8dVTvaJyNqg5oitn_2cFSJI4TK-DG_MveXIr6QiDskX6AaQzyjPRYl6QcuPPXq0w3Kk5hxIZcSCaCzsBTH6qWAN2OIung/s1600/burgaz-kus.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="200" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhDJQ9ASez50tALYcchCFgP5XyMo-C2eh5SkfWqiOPdazQTqgx8dVTvaJyNqg5oitn_2cFSJI4TK-DG_MveXIr6QiDskX6AaQzyjPRYl6QcuPPXq0w3Kk5hxIZcSCaCzsBTH6qWAN2OIung/s400/burgaz-kus.jpg" width="400" /></a></div>
<div style="text-align: center;">
[Afişi büyütmek için üzerine tıklayın]</div>
</div>
<div>
<div>
<br /></div>
</div>
ZelalÖzgürhttp://www.blogger.com/profile/11347310006554370773noreply@blogger.com0