Sonra bugün oldu. Onunla ilgili bir haber okudum. Böyle öğrendim bir yıldızın daha kaydığını. Belki son sözlerinden birisi olmuştum, son düşündüklerinden birisi. Belki o an yeniden umutlanmıştı, minik bir kıpırdanma olmuştu, bir serinlik hissetmişti...
Bizi birbirimize sarmalayan insanın ve kelimelerin güzelliğiydi.
Sennur Sezeri'in okul öncesi, çocuk ve gençlik kitapları alanına yönelik elektronik olarak çıkan İyi Kitap'ın 77. Sayısı'ndaki yazısını aşağıda okuyabilirsiniz.
Hepimiz Afrikalıyız!
Bilirsiniz ya da duymuşsunuzdur; ünlü bir şairin bir
dizesinin daha genç bir şair tarafından şiirine katılması, ünlü bir yönetmenin
bir sahnesinin daha genç bir yönetmence kendi filminde yinelenmesi gençlerin
ustalarına saygı duruşu sayılır.
Zelal Özgür Durmuş, çocuklara yapısı insanları çok
hatırlatan maymun ailesini anlatırken böyle bir saygı duruşuyla başlamış
kitabına:
“Haydarpaşa Garı’nda
Deniz kokan merdivenlerde
Nâzım Hikmet
oturmuş düşünüyor”
Zelal Özgür Durmuş, Nâzım Hikmet’e saygı duruşunun ardından,
5 yaşından 64 yaşına bir insanın düşüncelerinde maymunları, evrimi ve yaşamı
anlatıyor bize.
Kahramanımız beş yaşında, sokağındaki canlıları birbiriyle
karşılaştırmaya çalışıyor. On beş yaşında şempanzelerin ceviz ayıklamasının
insanlarla benzerliğini fark ediyor. O arada da “evrim” olgusu geliyor aklına.
Yani canlıların gelişerek ve yaşadıkları yere göre değişerek ilerlemesi.
Ortak bir atadan gelen binlerce canlı. Eminim şimdi siz de sorular
soruyorsunuz, merak ediyorsunuz: “Nasıl bir canlıyla atam ortak olabilir benim?
Kuşlar uçuyor, ben uçamıyorum; kedinin tüyleri var, benim yok. Benim
akrabalarım hangi canlılar?”
Sonra yaşamın başlangıcını fısıldıyor bize yazar: Önce
hücreler, daha doğrusu hücreleri oluşturan moleküller, bütün canlıların ortak
yapı taşı.
“Moleküller yüzmüş en eski sularda.
Birleşmiş, itişmiş.
Biçim biçim yağ damlasına dizilmiş.
(...) Ayrılmamış, çoğalmış damlalar.
Tek vücut olmuş
hücreler.”
Sizi bilmem ama ben hemen soruyorum; “Ne zaman olmuş bu
büyük değişim?”
Kitapta yirmi üç yaşındaki delikanlı “Dünya üç bin milyon yaşındayken” diye cevaplıyor beni.
Ben susup kalıyorum. Dünya ne kadar yaşlı. Canlılar ne kadar
genç. O sıra bir yosun tırmanıyor masama. Kitaptaki denizden. Karaya tırmanan
ilk yosun bu olmalı. Onu artık örneği kalmamış bir balık izliyor. Ayaklı bir
balık. Bir, iki, üç, dört ayağı var. Balığın önünden bir kız böceği uçuyor.
Alnıma konuyor. Uff...
Uyuya kalmışım meğer. Başım masaya çarpıyor.
Kitabı kapatmak
istiyorum ama öykünün sonunu da merak ediyorum, hani maymunlar vardı? Bu koca
bir dinozor resmi... Bir de göktaşı. En iyisi yarın okumalı kitabı.
Okudum. Okudum da neler öğrendim. Mesela hepimizin bir
şifresi var, vücut şifresi: DNA. Bilim adamları canlıların kimlerle akraba
olduğunu, yaşam özelliklerini bu DNA denen parçacıklardan öğreniyorlar. Meğer
bizim DNA’larımızın büyük kısmı aynıymış maymunlarla. Hem maymun ailesi
“primatlar” ne kadar kalabalıkmış: Hortumlu maymun, makak, resus makak, babun,
vervet, tamarin, marmoset, gececi, saki, kapuçin, tarsiyer, lemursu, sifaka
lemuru, gibon, orangutan, goril, şempanze...
Hangisi beni kendine yakın sayar? Hindistan’da çatılarda
yaşayan, yiyecek toplayan maymunlar varmış. Hangisi bizim evde yaşamayı ister?
Elleri ellerime benzese de, annemi dinlemeyi göze alır mı?
DNA’lar bir yana, primatlarla ellerimizi kullanışımız da
benziyor galiba.
Dört milyon yıldır ayaktaymış insanlar. Dört milyon yılda
şehirler kurmuş. Şehirler yıkmış. Ama en eski insan fosilleri hep Afrika’da
bulunmuş. İnsanlık buradan yayıldı dünyaya o halde!
Nâzım Hikmet bir şiirinde şöyle seslenmişti bize:
“…bakmayın mavi gözlü
olduğuma ben Afrikalıyım”
Ve Zelal Özgür Durmuş
kitabının sonunda bir selam da buradan göndermiş usta şaire.
“Ve torunu, Hepimiz
Afrikalıyız! Diye düşündü on yaşında.”
Çocuk haklı mı?
SENNUR SEZER